Yargıtay Kararı

Çalışma süresi boyunca yıllık izin kullanmayan kişiye bu konuda tamamlayıcı yemin verdirilir.

Çalışma süresi boyunca yıllık izin kullanmayan kişiye bu konuda tamamlayıcı yemin verdirilir.

Hukuk Genel Kurulu         2015/2376 E.  ,  2019/370 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İzmir 7. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 17.05.2012 tarihli ve 2011/111 E.- 2012/377 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı … vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 24.01.2013 tarihli ve 2012/10784 E.- 2013/767 K. sayılı kararı ile;
“… Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, iş sözleşmesinin haksız şekilde işverence feshedildiğini ileri sürerek, kıdem tazminatı ile izin ücreti alacaklarını istemiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı, davacının iş sözleşmesinin alt işveren tarafından feshedildiğini ve tüm kayıtların da alt işverende olduğunu, kendilerine husumet yöneltilemeyeceğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini fesihte haksız olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz:
Kararı davalı temyiz etmiştir.
Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Davacının yıllık izinlerini kullanıp kullanmadığı taraflara arasında uyuşmazlık konusudur.
Davalı delil olarak alt işveren işyeri kayıtlarına dayandığına göre; davacının yıllık izin kullanıp kullanmadığının belirlenebilmesi için, davacının davalı işyerinde bağlı olarak çalıştığı tüm alt işverenlerden işçi şahsi sicil dosyasının, puantaj kayıtlarının, ücret bordrolarının, işyerine giriş çıkışlarda kart basılıyorsa buna ilişkin kayıt ve belgelerin getirtilmesi ve bu suretle toplanacak tüm delillerin yeniden değerlendirmeye tabi tutularak gerekirse bilirkişiden ek rapor alındıktan sonra oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekmektedir. Eksik inceleme ve araştırma ile sonuca gidilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalı … Rektörlüğünün (Üniversite/İşveren/İdare) asıl işverenliğinde alt işveren işçisi olarak çalışan müvekkilinin iş sözleşmesini 15.09.2010 tarihinde emeklilik nedeni ile feshettiğini ileri sürerek, kıdem tazminatı ile yıllık izin ücretinin tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı Üniversite vekili, müvekkili İdarenin ihale makamı olduğunu, ayrıca yüklenici firmalar ile Üniversite arasındaki ilişkinin asıl-alt işveren ilişkisi olarak da kabul edilemeyeceğini, bu nedenle davada taraf sıfatı bulunmadığını, davacının çalışma saatleri, yıllık izin, vardiya, mesai gibi özlük haklarının çalıştığı şirketler tarafından belirlendiğini savunmuş ve davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davalı Üniversitenin asıl işverenliğinde değişen alt işverenler işçisi olarak çalışan ve iş sözleşmesini emeklilik nedeni ile fesheden davacının kıdem tazminatı yanında yıllık izin kullandığına dair kayıt bulunmadığından yıllık izin ücretine de hak kazandığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Mahkemece, yıllık izin kullandırıldığına ilişkin ispat külfetinin 4857 sayılı İş Kanunu’na (4857 sayılı Kanun/Kanun/ İK) göre davalı işveren üzerinde olduğu, ispatın ise ancak yıllık izin defteri, izin kullanma kaydı veya bunlara eş değer yazılı belgelerle yapılabileceği, ayrıca çalışma döneminde davacının çok sayıda alt işverende çalıştığı, bu alt işverenlerin bir kısmının emsal dosyalardan bilindiği üzere iflas etmiş oldukları, bir kısmının ise adreslerinin bulunamadığı, bu durumda alt işverenlere ulaşmanın zorluğu yanında yıllık izin kayıtlarını tutmanın asıl işverene ait olduğu gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı Üniversite vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olay bakımından yıllık izin ücreti ile ilgili olarak mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için asıl-alt işveren ilişkisi, 1086 sayılı Hukuk Usûlü Muhakemeleri Kanunu (1086 sayılı Kanun/1086 sayılı HUMK) döneminde delil gösterilmesi ve tamamlayıcı yemin konuları üzerinde kısaca durmak gerekir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun (4857 sayılı Kanun/İK/Kanun) 2’nci maddesinin altıncı fıkrası uyarınca, “Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.”
Bu hükme göre, asıl işveren-alt işveren ilişkisinin varlığından söz edebilmek için iki ayrı işverenin olması, mal veya hizmet üretimine dair bir işin varlığı, işçilerin sadece asıl işverenden alınan iş kapsamında çalıştırılması ve tarafların muvazaalı bir ilişki içine girmemeleri gerekmektedir. Kanuna uygun biçimde bir asıl-alt işveren ilişkisi kurulmuş ise, asıl işveren, alt işveren işçilerinin Kanundan, iş sözleşmesinden ve alt işverenin taraf olduğu bir toplu iş sözleşmesi bulunması hâlinde bundan doğan yükümlüklerden işçilere karşı alt işveren ile birlikte sorumlu olacaktır.
Öte yandan dava konusu hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı, İstanbul 2001, Cilt II, s.1966).
Bir davada çekişmeli olguların kimin tarafından ispat edilmesi gerektiği konusu ise ispat yükü olarak tanımlanabilir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun/4721 sayılı TMK/TMK) 6’ncı maddesi uyarınca, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.
İspat yükü ilk önce kural olarak davacıya düşer; yani davacı davasını dayandırdığı olguları ispat etmelidir.
Her iki taraf da, ispat yükünün kime düştüğünü gözetmeden delil göstermişler ise, bu hâlde hâkimin ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmasına gerek yoktur. Çünkü hâkim, ilk önce tarafların gösterdikleri delilleri incelemekle yükümlüdür.
İki tarafın (veya bir tarafın) gösterdiği deliller ile davaya ilişkin bütün çekişmeli olgular aydınlanmış ise, yine ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmakta bir yarar yoktur. Buna karşılık gösterilen delillerin hâkime dava hakkında tam bir kanaat vermemesi hâlinde, ispat yükünün hangi tarafa düştüğünün tespit edilmesinde yarar vardır. İspat yükü, bu hâl için önemlidir.
Hâkimin kendisine ispat yükü düştüğünü bildirdiği taraf, uyuşmazlık konusu olguyu ispat edemezse, davayı kaybeder. O taraf, davacı ise davası reddedilir; davalı ise aleyhine eda ve/veya tespit hükmü kurulur.
Herkesin iddiasını kanıtlamakla yükümlü olduğuna ilişkin 4721 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesindeki genel kuralın, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça” deyimi ile bazı istisnalarının olabileceği hükme bağlanmıştır. Başka bir anlatımla, ispat yükünün yer değiştirdiği hâllerde bu kuralın istisnaları devreye girer. Genel kuralın istisnalarının söz konusu olduğu durumlarda, ispat yükü bir olgudan kendi lehine haklar çıkaran tarafa değil, o olgu aleyhine olan (karşı) tarafa aittir.
Bu kapsamda normal bir duruma dayanan tarafın, bu iddiasını ispat etmesi gerekmez; bilâkis ispat yükü bu normal durumun aksini iddia eden tarafa düşer. İlaveten bazı hâllerde bir olguyu kimin ispat etmesi gerektiği (ispat yükü), özel bir kanun hükmü ile belirlenmiştir. Kanun, bu halleri saklı tutmuştur. Bu hallerde, ispat yükünün (genel kurala göre) kime düştüğünü araştırmaya gerek yoktur. İspat yükü özel kanun hükümlerinde yazılı olan kimselere düşer.
Bir vakıanın ispatı için başvurulan vasıtalara ise delil denir. Nitekim 1086 sayılı Kanun delili, “davanın hâlline tesir edebilecek münazaalı hususların ispatı için başvurulan vasıtalardır.” şeklinde tanımlamıştır (HUMK m. 238/1).
Hâkim, hangi hâllerde delil gösterilmesinin gerekli olduğunu ve bu hâllerde hangi (çekişmeli) olgular için hangi delillerin gösterilebileceğini tespit ettikten sonra, taraflara delillerini göstermeleri için bir süre verir (1086 sayılı HUMK m. 217/II).
Burada hemen belirtmek gerekir ki, 4857 sayılı Kanun’un 53 ila 61’inci maddeleri arasında yıllık izin müessesi düzenlenmiş olup Kanun’un 53’üncü maddesi uyarınca, iş yerinde işe başladığı günden itibaren deneme süresi de içinde olmak üzere en az bir yıl çalışmış olan işçilere yıllık ücretli izin verilir. Kanun, devam eden maddelerde yıllık izin süresi ve kullanımı ile ilgili düzenlemelere yer vermiş ve 56’ıncı maddesinin altıncı fıkrasında işverenin iş yerinde çalışan işçilerin yıllık ücretli izinlerini gösterir izin kayıt belgesi tutmak zorunda olduğu hükme bağlanmıştır. Kanun’un 60’ıncı maddesinde ise, “Yıllık ücretli izinlerin, yürütülen işlerin niteliğine göre yıl boyunca hangi dönemlerde kullanılacağı, izinlerin ne suretle ve kimler tarafından verileceği veya sıraya bağlı tutulacağı, yıllık izninin faydalı olması için işveren tarafından alınması gereken tedbirler ve izinlerin kullanılması konusuna ilişkin usuller ve işverence tutulması zorunlu kayıtların şekli Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanacak bir yönetmelikle gösterilir.” hükmüne yer verilmiştir. Yıllık Ücretli İzin Yönetmeliği de bu hususları düzenlemiş olup Yönetmeliğin 20’inci maddesine göre, işveren çalıştırdığı işçilerin izin durumlarını gösteren ve örneği Yönetmeliğe ekli yıllık izin kayıt belgesini tutmak zorundadır.
Bu hükümlerden anlaşılacağı üzere, işçiye yıllık izin kullandırıldığı konusunda ispat yükü işverende olup işverenin bu ispatı yıllık izin defteri, yıllık izin kayıt belgesi ve benzeri belgelerde yerine getirmesi gerekir.
10.09.2014 tarihinde 6552 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi ile İK’nın 56’ıncı maddesine eklenen hüküm uyarınca, ”Alt işveren işçilerinden, alt işvereni değiştiği hâlde aynı işyerinde çalışmaya devam edenlerin yıllık ücretli izin süresi, aynı işyerinde çalıştıkları süreler dikkate alınarak hesaplanır. Asıl işveren, alt işveren tarafından çalıştırılan işçilerin hak kazandıkları yıllık ücretli izin sürelerinin kullanılıp kullanılmadığını kontrol etmek ve ilgili yıl içinde kullanılmasını sağlamakla, alt işveren ise altıncı fıkraya göre tutmak zorunda olduğu izin kayıt belgesinin bir örneğini asıl işverene vermekle yükümlüdür.”.
Yeri gelmişken belirtelim ki, ispat yükü altında bulunan tarafın başvurabileceği delillerden biri de yemin delilidir.
Yemin, taraflardan birinin davanın çözümlenmesine etkili olan bir vakıanın doğru olup olmadığı hakkında kanunun belirlediği şekilde mahkeme (hakim) önünde beyanda bulunmasıdır. Yemin eden taraf bu beyanın doğruluğunu namus, şeref ve kutsal saydığı bütün inanç ve değerleri ile teyit etmektedir. Medeni Usul Hukukumuzda yemin delili kesin delil niteliğindedir.
Mülga 1086 sayılı HUMK’nda 337’nci ila 362’nci maddeler arasında iki ayrı yemin müessesesi benimsenmişti. Bunlardan birisi taraf yemini yani kati yemin, diğeri de hakimin teklif ettiği yemin olan resen yemindir.
Kati yemin, ispat yükü kendisine düşen tarafın davanın hâlline etkili bir vakıanın ispatı için diğer tarafa teklif ettiği yemin olup, mülga 1086 sayılı HUMK’nun 344 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
Hâkim bir davada gösterilen bütün (takdirî) delillerin incelenmesi sonucunda, dava konusu olay hakkında tam bir kanaata varamazsa, taraflardan birine vereceği yemin ile kanaatını kuvvetlendirdikten sonra, hükmünü verebilir (m.355). Bu yemin hâkimin kanaatını tamamladığı için buna tamamlayıcı yemin de denir (Kuru, Cilt III, s. 2547).
Hakimin teklif ettiği (tamamlayıcı) yemin, mülga 1086 sayılı HUMK’un 356’ncı maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde hükmüne göre, “iddia olunan hususun kesin delillerle ispat edilememiş olması” ve “iddia olunan hususun ispatı için gösterilen delillerin hüküm verilebilecek derecede hakimi ikna edememesi” koşullarının birlikte gerçekleşmesi hâlinde hâkimin yemin teklif etmesi mümkün olacaktır.
1086 sayılı HUMK döneminde tarafın delil olarak sair delile dayanmış olması durumunda bunun yemini de kapsadığı kabul edilmiş, bu şekilde uygulama yapılmıştır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olayın değerlendirilmesine gelince; davacı vekili müvekkilinin, davalı Üniversitenin asıl işverenliğinde alt işveren işçisi olarak çalıştığını, iş sözleşmesini emeklilik nedeni ile feshettiğini ileri sürerek, kıdem tazminatı ile yıllık izin ücretinin davalıdan tahsilini talep etmiş; davalı vekili müvekkili İdarenin ihale makamı olduğunu, davacıyı çalıştıran şirketlerle davalı Üniversite arasındaki ilişkinin de asıl-alt işveren ilişkisi olmadığını savunmuştur.
Mahkemece kıdem tazminatı yanında yıllık izin kullandırıldığına dair belge sunulmadığı gerekçesi ile yıllık izin ücreti de hüküm altına alınmıştır.
Ne var ki, mülga 1086 sayılı Kanun döneminde açılan davada, davalı Üniversite vekili Mahkemece verilen kesin süre içerisinde sunduğu 03.05.2011 havale tarihli delil listesinde delillerini bildirmiş olup, davacıyı çalıştıran alt işverenlerdeki işçi özlük dosyası ve iş yeri kayıtlarına da dayanmış ve bunların getirtilmesini talep etmiştir.
Öyle ise, Mahkemece, davacının hizmet cetvelinde SGK sicil numaraları yer alan alt işverenlerin unvanları Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) sorularak tespit edildikten sonra, ilgili ticaret sicil müdürlüklerinden ticaret siciline kayıtlı adresleri de belirlenerek davacı işçiye ait özlük dosyasının, puantaj kayıtlarının, ücret bordrolarının, iş yerine giriş çıkışlarda kart basılıyorsa buna ilişkin kayıt ve belgelerin getirtilmesi gerekirken, davalının dayandığı deliller toplanmadan eksik inceleme ve araştırma ile karar verildiğine işaret eden Özel Daire bozma kararına uyulmayarak önceki kararda direnilmesi yerinde olmamıştır.
Bununla birlikte Hukuk Genel Kurulunca benimsenen Özel Daire bozma kararında belirtilen hususlara ilaveten, davacının çalıştığı yaklaşık 8 (sekiz) yıllık süre içerisinde hiç yıllık izin kullanmaması hayatın olağan akışına ve insan takatine aykırı olduğundan, davanın 1086 sayılı HMUK döneminde açıldığı göz önünde bulundurularak, davacıya tamamlayıcı yemin verdirilerek yıllık izin kullanıp kullanmadığı konusunda sonuca varılmalıdır.
Her ne kadar Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, davacının çok sayıda alt işverende çalıştığı, çoğu alt işverendeki çalışmasının bir yılın altında kaldığı, ayrıca davalının cevap dilekçesinde delil bildirmediği, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, Kurul çoğunluğu tarafından bu görüş benimsenmemiştir.
Diğer yandan, dava tarihi 07.02.2011 olmasına rağmen direnme kararında 03.04.2013 olarak yazılmış ise de, bu husus mahallinde her zaman düzeltilmesi mümkün maddi hata olduğundan bozma nedeni yapılmamış, sadece değinilmekle yetinilmiştir.
Hâl böyle olunca, direnme kararı Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlere ilaveten davacıya tamamlayıcı yemin verilmesi gerektiği hususu da eklenmek sureti ile bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı … vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle ve yukarıda açıklanan ilave sebeple BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 28.03.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Yerel mahkeme ile Yüksek Özel Daire arasındaki temel uyuşmazlık, davalının asıl işveren işçilik alacaklarından sorumlu olduğu davada, 34 ayrı hizmet alımı sözleşmesi kapsamında yaklaşık 8 yıllık hizmeti olan davacının, alt işverenlerde yıllık ücretli izin kullanıp kullanmadığının tespiti için, alt işveren kayıtlarının getirtilip getirtilmeyeceği, kısaca bu konuda yıllık izin ücreti ile ilgili olarak mahkemeceyapılan araştırma ve incelemenin yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Yerel mahkemenin “4857 sayılı Yasa’nın 53 ve 59. maddesinde de açıkça belirtildiği gibi yıllıkücretli izin kullandırıldığının veya karşılıklarının ödendiğinin ispat külfeti davalı iş verene ait olupdavalı işveren bu ispat külfetini ancak yıllık izin defteri, izin kullanma kaydı veya buna eş yazılıbelgelerle ispatlamasının yanı sıra davacının çalışma döneminde çok sayıda alt işverenlerde çalışmış olduğu ve bu alt işverenlerin bir kısmının emsal mahkeme dosyalarımızdan bilindiği üzere iflas etmiş oldukları, bir kısmının da adreslerinin bulunamadığı alt işverenlere ulaşmanın zor olduğu, yıllık izne ait kayıtları tutmak asıl işverene ait olduğu gerekçesi ile verdiği direnme kararının davalı vekili tarafından temyizi üzerine, Sayın çoğunluk görüşü ile Özel Daire bozma gerekçesi benimsenmiş ve “Davalının delil olarak alt işveren işyeri kayıtlarına dayandığı, davacının yıllık izin kullanıp kullanmadığının belirlenebilmesi için, davacının davalı iş yerinde bağlı olarak çalıştığı tüm alt işverenlerden işçi şahsi sicil dosyasının, puantaj kayıtlarının, ücret bordrolarının, iş yerine giriş çıkışlarda kart basılıyorsa buna ilişkin kayıt vebelgelerin getirtilmesi ve bu suretle toplanacak tüm delillerin yeniden değerlendirmeye tabi tutularak gerekirse bilirkişiden ek rapor alındıktan sonra oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerektiği, eksik inceleme ve araştırma ile sonuca gidildiği gerekçesi ile direnme kararı bozulmuştur.
6100 sayılı HMK.’un 194. Maddesi uyarınca “Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar. Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur”.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 56. Maddesinin 6 ve 7. Fıkralarına göre “İşveren, iş yerinde çalışan işçilerin yıllık ücretli izinlerini gösterir izin kayıt belgesi tutmak zorundadır. (Ek fıkra: 10/9/2014-6552/6 md.) Alt işveren işçilerinden, alt işvereni değiştiği hâlde aynı işyerinde çalışmaya devam edenlerin yıllık ücretli izin süresi, aynı iş yerinde çalıştıkları süreler dikkate alınarak hesaplanır. Asıl işveren, alt işveren tarafından çalıştırılan işçilerin hak kazandıkları yıllık ücretli izin sürelerinin kullanılıp kullanılmadığını kontrol etmek ve ilgili yıl içinde kullanılmasını sağlamakla, alt işveren ise altıncı fıkraya göre tutmak zorunda olduğu izin kayıt belgesinin bir örneğini asıl işverene vermekle yükümlüdür”.
Somut uyuşmazlıkta dava her ne kadar 11.07.2011 tarihinde 1086 sayılı HUMK döneminde açılmış ise de davalı asıl işveren, cevap dilekçesinde alt işverenlerde bulunan şahsi sicil dosyalarına delil olarak dayanmamış, ayrıca açıkça bunu temyiz nedeni de yapmamıştır. Yargılama sırasında 8 yıl hizmeti bulunan davacıyı 34 ayrı ihale kapsamında ve her biri bir yıldan az, bir ay veya üç aylık hizmet alımı sözleşmeleri ile çalıştıran alt işverenlere davayı ihbar da etmemiştir.
Davalı asıl işveren cevap dilekçesinde dayanmadığı delilleri sonradan bildirmesi sonuca etkili değildir. Zira açık temyiz nedeni yapmadığı gibi 4857 sayılı İş Kanunu’nun 56. Maddesi düzenlemesi karşısında, alt işverenleri izin konusunda denetleme görevi bulunmaktadır. Ayrıca davalı asıl işveren ihale sözleşmelerine göre alt işverenlerin adresleri kendisinde olmasına rağmen bildirmemiştir. Diğer taraftan her ihale dönemi bir yıldan az olduğuna göre bir yıl çalışma sonucu elde edilecek yıllık ücretli izin kullandırılması alt işverenden beklenemez. Kaldı ki yerel mahkeme açıkça emsal dosyalarda alt işverenlerin bir kısmının iflas ettiğini, bir kısmının da adresine ulaşılamadığını tespit etmiştir. Somutlaştırılmayan ve dayanılmayan delilin toplanamayacağı gibi hizmet alım sözleşmelerinin bir yıldan az olması nedeni ile kağıt üzerinde kalan alt işverenlerde kayıtların tekrar araştırılmasının sonuca etkisi olmayacaktır. Davalı asıl işverenin alt işverenlere rücu hakkı olduğuna göre iş yargılamasına özgü basitlik, çabukluk ve ucuzluk ilkeleri, kısaca usul ekonomisi gereği direnmenin onanması gerekirdi.
Yerel mahkemenin direnme kararının yukarda belirtilen gerekçelerle onanması gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan sayın çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.

);