Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı

İlk dava dilekçesine konu edilmemiş bir talebin ıslah yoluyla eklenmesi ve talep edilebilmesi mümkün değildir.

İlk dava dilekçesine konu edilmemiş bir talebin ıslah yoluyla eklenmesi ve talep edilebilmesi mümkün değildir.

Hukuk Genel Kurulu 2011/1-364 E., 2011/453 K.

 

  • ISLAH
  • MİRAS TAKSİM SÖZLEŞMESİ
  • TAPU İPTALİ VE TESCİL
  • 1086 S. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) [ Madde 185 ]
  • 1086 S. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) [ Madde 83 ]
  • 1086 S. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) [ Madde 87 ]

 

“İçtihat Metni”

Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Dursunbey Asliye Hukuk Mahkemesi)’nce davanın kabulüne dair verilen 20.04.2009 gün ve 2003/5 E.-2009/79 K. sayılı kararın incelenmesi davalı İsmail vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi’nin 10.12.2009 gün ve 2009/10114-12836 sayılı ilamı ile;

(“…Dava; ketm-i verese hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece; davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacının çekişme konusu 1 ada, 33 parsel sayılı taşınmazın davalılarla birlikte irsen maliki olduğu halde mirasbırakanın ölümü neticesinde ketmedilerek davalıların taşınmazı intikal ettirdikleri, işlemin dayanağı mirasçılık belgesinin hasımlı olarak açılan dava sonunda iptal edilerek elde edilen veraset ilamına göre davacının da mirasçılığına karar verilmiş ve böylece ketm-i verese olgusu sabit görülerek bu taşınmaz yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir.

Öyleyse; ketm-i verese olgusu sabit olduğuna göre bu parsel yönünden davanın kabul edilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davalı İsmail’in temyiz itirazı yerinde değildir. Reddine,

Ancak, 1 ada, 33 parsel sayılı taşınmazı dava ettiği halde yargılama sırasında hiç dava konusu edilmeyen 29, 32, 69 ve 71 parsel sayılı taşınmazlar bakımından da aynı sebebe dayalı olarak davasını ıslah yoluyla dava konusu etmiştir.

Bilindiği üzere 04.02.1948 tarih, 10-3 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında da açıklandığı üzere dava açıldıktan sonra sebebinde, konusunda, delillerde ve diğer hususlarda usulüne ilişkin işlemlerin ıslah yoluyla düzeltilmesi mümkün olduğu gibi davanın konusunda da ıslah mümkündür. Kaldı ki HUMK’nın 185. maddesinin 2. bendinde de davacının karşı tarafın rızası olmaksızın ıslah yoluyla davasının mahiyetini tebdil edebileceği kabul edilmiştir.

Oysa değinilen bu düzenleme gözetildiğinde; dava konusu edilmeyen bir şeyin ıslah yoluyla davaya ithaline ve dava konusu haline getirilmesine yasal açıdan olanak bulunmamaktadır. Bir başka ifadeyle sayısı belirtilen parsellerin ayrı bir davanın konusunu teşkil edeceği gözardı edilmek suretiyle mahkemece bu taşınmazlar bakımından da davanın kabulüne karar verilmiş olması isabetsizdir.

Diğer taraftan temyiz aşamasında ibraz edilen 21.02.1980 tarihli taksim sözleşmesinde mirasbırakanın eşi Hatice sağ olduğu halde sözleşmede yer almamıştır. 4721 sayılı TMK’nın 676. maddesi hükmü uyarınca miras taksim sözleşmesinin tüm mirasçıların katılımlarıyla düzenlenmesi ve yazılı olması kaydıyla geçerlidir.

Ne var ki, anılan belgenin belirtilen sebeple yasanın aradığı koşulları içerdiği söylenemez.

O halde davacının 29, 32, 69, 71 parsel sayılı taşınmazlar yönünden usulü dairesinde açılan bir dava bulunmadığı halde bu parsellerin de kabul kapsamına alınması doğru değildir.

Öyleyse; davalı İsmail mirasçılarının bu parsellere ilişkin temyiz itirazları yerindedir…”) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı İsmail mirasçısı Mustafa

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, ketm-i verese hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı vekilinin 13.01.2003 tarihli dava dilekçesi ile 33 parsel nolu taşınmaz yönünden ketm-i verese iddiasına dayalı olarak tapu iptali ve tescil istenilmişse de; davacı vekili tarafından verilen 22.07.2004 tarihli ıslah dilekçesi ile 29, 32, 69 ve 71 parsel sayılı taşınmazlar da aynı iddia ile dava konusu edilmiş ve 23.09.2004 tarihinde de 13.500.000 TL nispi harç yatırılmıştır.

Yerel mahkemece; davacının mirasçı olarak ketmedildiği gerekçesi ile tüm taşınmazlar yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı İsmail vekilinin kararı temyizi üzerine Özel Dairece hüküm 33 nolu parsel yönünden onanmış; ıslah konusu taşınmazlar yönünden ise, dava konusu edilmeyen bir şeyin ıslah yoluyla davaya ithaline ve dava konusu haline getirilmesine yasal açıdan olanak bulunmadığına ve miras bırakanın eşi Hatice’nin sağ olduğu halde 21.02.1980 tarihli miras taksim sözleşmesinde yer almamasının sözleşmeyi geçersiz kıldığına işaretle ve yukarıya metni aynen alınan gerekçe ile bozulmuştur.

Yerel mahkemece önceki kararda direnilmiş; hükmü davalı İsmail mirasçısı Mustafa temyiz etmiştir.

Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, başta dava dilekçesinde yer verilmeyip, dava konusu edilmeyen taşınmazların yargılama sırasında ıslah yolu ile ve harcı da yatırılmak suretiyle davaya dahil edilmesinin olanaklı olup olmadığı ve bunlar yönünden usulüne uygun olarak açılmış bir davanın bulunup bulunmadığı, noktalarında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmelerde konu ayrı başlıklar altında ele alınıp, tartışılarak, sonuca varılmıştır.

Hemen burada, ıslah müessesesine kısaca değinilmekte yarar görülmektedir:

Bilindiği üzere, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) 83 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan ıslah; taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan bir yöntem olup; iddia ile savunmanın genişletilmesi yasağının istisnaların biridir (HUMK m. 83; Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, B. 6, C. IV, İstanbul 2001, s. 3965).

Islah müessesesi, dava değiştirme, başka deyişle iddia ve müdafaanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkan olmakla; bu suretle, aslında yasal itiraz ile karşılaşabilecek olan herhangi bir taraf muamelesi, ıslah kurumunun yardımı ile artık bu itirazı davet etmeksizin yapabilmektedir (Prof. Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, C. I, II, B. 5, İstanbul 1992, s. 534).

Islahın konusu, tarafların yapmış oldukları usul işlemleri olduğuna göre, ıslahla düzeltilecek usul işlemlerinin neler olduğundan söz edilmesinde yarar vardır:

Gerek öğreti gerekse Yargıtay, ıslah yoluyla davanın değiştirebileceğini ve genişletilebileceğini, aynı şekilde savunmanın genişletilebileceğini ilke olarak kabul etmektedir.

Yine, müddeabihin (davada talep olunan miktarın) artırılıp artırılmayacağı hususu da bir usul işlemi olup, ıslahın konusudur (Kuru: C. IV, s. 4035).

Islahın amacı, yargılama sürecinde, şekil ve süreye aykırılık sebebiyle ortaya çıkabilecek maddi hak kayıplarını ortadan kaldırmak olduğundan; hak ve alacağı bu sürecin dışında ortadan kaldırmış olan işlemlerin, yani maddi hukuk işlemlerinin ıslah yoluyla düzeltilebilmesi, elbette olanaklı değildir.

Bir başka deyişle, maddi hakkı sona erdiren maddi hukuk işlemleri, ıslahla düzeltilemez. Feragat, kabul, sulh gibi işlemler, velev ki dava içinde yapılsın, asıl hakkı ortadan kaldırdıklarından, usul işlemi olduğu kadar (davayı etkilediği için usul işlemidir) maddi hukuk işlemi mahiyeti taşımaktadır ve bu sebeple, bu işlemlerin de ıslah yoluyla düzeltilmesi imkansızdır. Zira ıslah, yargılama hukukunun şekle ve süreye bağlılığından kaynaklanan zımni hak kayıplarının telafisi için öngörülmüş bir müessesedir. Açık bir irade beyanı ile terk edilen haklar, maddi gerçeğin şekle feda edilmesi gibi bir sonuç doğurmadığı için, ıslahın konusu olamaz.

HUMK’nın 87. maddesinin “Müddei ıslah suretiyle müddeabbihi tezyit edemez.” şeklindeki son cümlesi, Anayasa Mahkemesi’nin 07.11.2001 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 20.07.1999 tarihli kararıyla iptal edilmiş ve böylece, davada istem sonucunun kısmi ıslah yoluyla artırılması usulen olanaklı hale gelmiştir.

Şu hale göre, mevcut (Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonraki) yasal durum itibariyle, kısmi davada fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmuş olan davacının, dilerse, ek dava açmak yerine, saklı tuttuğu alacak bölümü için o (kısmi) dava içerisinde ıslah yoluyla talepte bulunabilmesi mümkündür.

Islah yoluyla dava konusunun artırılması konusunda, Anayasa Mahkemesi’nin 20.07.1999 tarih ve 1/33 sayılı kararından sonra ortaya çıkan durum ele alınacak olursa;

Kısmi dava müessesesinin hukuk yargılama sistemimizde kabul edilen ve özellikleri bulunan bir dava çeşidi olduğu belirgindir.

Yargıtay uygulamasına göre manevi tazminat davaları kısmi dava olarak açılamaz.

Kısmi davanın kabulüne dair karar ek davada kesin delil teşkil eder.

Anayasa Mahkemesi’nin anılan iptal kararında kısmi dava ile ilgili herhangi bir açıklama yer almamaktadır. …

Anayasa Mahkemesi HUMK 87/son cümleyi iptal ederken yerleşik kuralları yani kısmi dava, hakların saklı tutulması kurallarını irdelememiş; itiraza konu kanun hükmünü sadece; “itiraz konusu kural, davacıyı ikinci kez dava açmaya zorlaması nedeniyle hak arama özgürlüğünü sınırlandırmaktadır” gerekçesiyle iptal etmiştir.

HUMK’nın 87/son cümlesi iptal edilmiş olmakla, dava konusunun ıslah yoluyla artırılabilmesi ancak davacının kısmi dava açmış bulunmasına ve haklarını saklı tutmuş olmasına bağlıdır. Yeni oluşan durumda da eğer kısmi dava açılmamışsa, ıslah yolu ile dava konusunu artırabilmeye olanak yoktur (Prof. Dr. Ejder Yılmaz, Islah Yoluyla Dava Konusunun Arttırılması, Anayasa Mahkemesi’nin 20.07.1999 tarihli ve 1/33 sayılı kararının değerlendirilmesi, Banka ve Ticaret Hukuk Araştırma Enstitüsü, Özel Hukuk ve Anayasa Mahkemesi Kararları Sempozyumu 11 Mayıs 2001, s. 105 vd, YHGK’nın 08.10.2003 gün 2003/9-510-55 sayılı kararı).

Islahın sonuçlarına gelince; ıslah tahkikata tabi davalarda tahkikat bitinceye kadar ve tahkikata tabi olmayan davalarda ise yargılamanın bitimine kadar yapılabilir (HUMK m. 84).

Islah tek taraflı bir irade beyanı olup, ıslahın geçerliliği için karşı tarafın ve mahkemenin kabulüne gerek yoktur.

Davanın tamamen ıslahı durumunda, dava dilekçesinden itibaren bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılmasını gerektireceğinden (HUMK m. 87), davanın tamamen ıslahında yeni bir dava açılmamış sayılacak, dava, ilk dava gününde açılmış sayılacaktır.

Davanın tamamen (kamilen) ıslah edilmesi halinde dava dilekçesi dahil, yapılmış olan bütün usul işlemleri yapılmamış sayılır (HUMK m. 87/1). Bunun doğal sonucu olarak, dava dilekçesinde yer alan ilk talep içeriği değil, ıslah yoluyla açıklanan talep içeriği nazara alınarak araştırma ve inceleme yapılması ve mahkemece verilecek hükümde de ıslahla ileri sürülen istemin karşılanması gerekir.

Bu noktada; hiç dava konusu edilmemiş bir unsurun, başka dava konularına ilişkin davada ıslah yoluyla davaya dahil edilip edilemeyeceğinin; eş söyleyişle, sadece bir konu hakkında dava açılmışken, bu dava konusundan farklı dava konularının ıslah yoluyla eldeki davaya dahiline olanak bulunup bulunmadığının; böyle bir durumda, ilk dava konusu edilen yönünden açılan davanın kısmi dava, daha sonra başka dava konuları için ileri sürülen talebin de bunun ıslahı olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceğinin, ayrıca irdelenmesi gerekir.

Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmeler sırasında da, bu husus öncelikle ve özellikle tartışılmış; daha somut ifadeyle, ketm-i verese iddiasına dayalı eldeki dava yönünden ilkönce tek taşınmaz dava edilmişken, sonradan dört parça taşınmazın ıslah yoluyla “dava konusu” haline getirilip getirilemeyeceği üzerinde durulmuştur.

Vurgulamakta yarar vardır ki, kısmi bir dava açılmışsa, bu davanın kalan kısmı yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde ıslaha konu olabilecektir.

Ancak bir dava konusu bizatihi kendisi davayı oluşturuyor ise, burada kısmi dava bulunmadığından ıslah edilebilecek bir dava da bulunmamaktadır (Örn. Bir taşınmazın tamamı hakkında iptal ve tescil istemiyle açılan davada, davanın konusunu bu taşınmazın bizatihi kendisi teşkil etmekle, bu taşınmazdan başka bir taşınmaz davaya dahil edilmek istenirse bu halde ıslah söz konusu olamayacaktır).

Eğer bir davanın konusunu teşkil eden taleplerden sadece bir bölümü istenmiş ve kısmi davaya konu edilmişse daha sonra kalan bölümü için ıslah söz konusu olabilecektir (Örn. Bir taşınmaza elatma nedeniyle istenen tazminat miktarının kısmen talep edilip, daha sonra ıslaha konu edilmesi, bir taşınmazın bir bölümü dava edilmişken diğer bölümünün de ıslahen dava edilmesi gibi).

Şu hale göre kural olarak; dava açıldıktan sonra sebebinde, konusunda, delillerde ve diğer hususlarda usulüne ilişkin işlemlerin ıslah yoluyla düzeltilmesi mümkün olduğu gibi davanın konusunda da ıslah mümkündür. Nitekim, HUMK’nın 185. maddesinin 2. bendinde de davacının karşı tarafın rızası olmaksızın ıslah yoluyla davasının mahiyetini tebdil edebileceği kabul edilmiştir.

Ne var ki, açıklanan tüm hükümler göstermektedir ki, ıslahla kastedilen dava konusu edilen hususların genişletilmesi veya değiştirilmesidir.

Dava konusu edilmeyen bir şeyin ıslah yoluyla davaya ithaline ve dava konusu haline getirilmesine yasal açıdan olanak bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, heyetçe yapılan görüşmeler sonucunda; eldeki ketm-i verese iddiasına dayalı iptal ve tescil davasında davanın konusunu sadece bir taşınmazın bizatihi kendisi oluşturmakla; dava konusu edilmeyen taşınmazların hukuken; dava konusu edilen taşınmaza nazaran ayrı birer müddeabih oldukları, bu nedenle de ıslahın konusu olamayacakları; eş söyleyişle eldeki davada başlangıçta dava edilmeyip, ıslahla davaya katılmak istenen parsellerin ayrı bir müddeabih olmakla, ayrı bir davanın konusunu teşkil edecekleri, kanaatine oybirliği ile varılmıştır.

Bu sonuca ulaşılmasından ve ıslah talebinde bulunulamayacağının kabulünden sonra, sadece nispi karar ve ilam harcı yatırılmak suretiyle verilen ıslah dilekçesinde yer alan talebin hukuken ayrı bir dava olarak kabulüne olanak bulunup bulunmadığı hususu heyetçe ele alınmıştır.

Yeri gelmişken, davanın açılması usulünün ne olduğunun irdelenmesinde yarar vardır:

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun İkinci Babının Birinci Faslında “Dava ikamesi” başlığı altında davanın açılmasına ilişkin kurallar sıralanmıştır.

Kanun’un 178. maddesinde “Arzuhallerin mahkeme kalemine kaydı tarihinde dava ikame edilmiş addolunur.” denilmiş; 179. maddesinde dava dilekçesinde yer alması gereken unsurlar yedi madde halinde sıralanmıştır. 180. maddesinde ise, dava dilekçesinde sözü edilen ve davacının elinde bulunan belgelerin asıllarıyla birlikte harç ve vergiye tabi olmaksızın davalı sayısından bir fazla düzenlenmiş örneklerinin veya sadece örneklerin dilekçeye eklenerek mahkemeye verilmesi gibi davacıya düşen iş ve işlemler sıralanmıştır.

Kanun’un 185. maddesinde ise; Medeni Kanun’da tayin olunan haller saklı kalmak üzere dava açılmasıyla hangi neticelerin hasıl olacağı düzenlenmiş, bunlar; müddeaaleyhin rızası olmaksızın müddei davasını takipten sarfınazar edemez; müddei, müddeaaleyhin rızası olmaksızın davasını tevsi veya mahiyetin tebdil edemez, şeklinde sayıldıktan sonra 186. madde hükmü nedeniyle davadan sarfınazar veya ıslah bu hükümden ayrık tutulmuştur.

Görüldüğü üzere usul kanunumuz dava ikamesini özel olarak düzenlemiş ve bazı kurallara bağlamıştır.

Islah ise yukarıda özellikleri ayrıntısıyla açıklandığı üzere, dava içindeki bir taraf işlemi olup, bizatihi dava değildir.

Nitekim heyetçe yapılan görüşmeler sonucunda;

Başvuru harcı yatırılmamışsa da, peşin karar ve ilam harcı ödenmek suretiyle verilen bu dilekçenin ayrı bir dava olarak kabul edilmesi gerektiği, başvuru harcının sonradan ikmal ettirilebileceği, usul ekonomisi ve süreye bağlı talepler bakımından arz ettiği önem nedeniyle böyle bir dilekçenin ayrı bir dava dilekçesi olarak kabul edilmesinin hakkaniyete uygun düşeceği görüşü ileri sürülmüşse de bu görüş azınlıkta kalmış; çoğunlukça ıslahın niteliğinden yola çıkılarak ayrı bir dava olmadığı, bir usul işlemi olduğu, bu iddia ile verilmiş bir dilekçenin ayrı bir dava dilekçesi olarak kabul edilemeyeceği görüşü oyçokluğu ile benimsenmiştir.

Yukarıda açıklanan nedenler karşısında;

İlk olarak; ıslahla kastedilenin dava konusu edilen hususların genişletilmesi veya değiştirilmesi olduğu, dava konusu edilmeyen bir şeyin ıslah yoluyla davaya ithaline ve dava konusu haline getirilmesine yasal açıdan olanak bulunmadığı; bu bağlamda sadece bir parsel hakkında açılmış davada peşin karar ve ilam harcı yatırılmak ve ıslah talebi olduğu belirtilmek suretiyle başta dava edilmeyen “29, 32, 69, 71 parsel sayılı taşınmazlar hakkında da karar verilmesi” istemiyle verilen dilekçedeki istemin hukuken “ıslah” olarak kabulüne olanak bulunmadığı, bu yolla ayrı bir dava konusu teşkil eden unsurların mevcut davaya ıslah yoluyla dahil edilemeyeceği, öncelikle oybirliği ile kabul edilmiştir.

İkinci olarak ise; “ıslah” olarak adlandırılmakla birlikte heyetçe bu vasfı benimsenmeyen ve amaçladığı ıslahın bir usul işlemi niteliği taşıması, bir dava olmaması karşısında, hukuken ayrı bir dava olarak da nitelendirilemeyen dilekçedeki talebin, eldeki davada değerlendirilmesine, bu dilekçe hakkında herhangi bir işlem yapılmasına olanak bulunmadığına oyçokluğu ile karar verilmiştir.

Oluşan bu durum karşısında, mahkemece açıklanan ilkeler çerçevesinde davanın reddine karar verilmesi gerekirken, bu hususlar gözardı edilerek, sonradan verilen dilekçeyle dava konusu edilmek istenen parseller hakkında da usulünce bir ıslah ya da ayrı bir dava varmış gibi hüküm kurulması doğru değildir.

O halde, Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluğunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S o n u ç: Davalı İsmail mirasçısı Mustafa’nın temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’nın 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 29.06.2011 gününde yapılan ikinci oylamada, sebebinde oyçokluğu, sonucunda oybirliği ile karar verildi.

 

);