Av. Ünal Göktürk

Bakırköy Hukuk Bürosu

Munzam zarar sorumluluğunun bir kusur sorumluluğu olması nedeniyle borçlunun temerrüde düşmekte kusurunun bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekir.

Hukuk Genel Kurulu         2012/11-418 E.  ,  2012/874 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 16/02/2010
NUMARASI : 2010/7-2010/29

Taraflar arasındaki “munzam zarar” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkeme’since davanın reddine dair verilen 12.06.2007 gün ve 2005/550 E., 2007/343 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 04.05.2009 gün ve 2008/683 E., 2009/5302 K. sayılı ilamı ile;
(…Davacı vekili, müvekkili şirketin acenteliğini yapan davalının acentelik işlemleri sırasında kestiği hatalı bir poliçeden dolayı zarar gören dava dışı sigortalı şahsa müvekkilinin tazminat ödemek zorunda kaldığını, yapılan bu ödemede davalının da kusuru bulunduğu gerekçesiyle Beyoğlu 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 1998/386 Esas sayılı dosyası ile dava açıldığını, Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşen kararda davalının kusurlu olduğu kabul edilerek 5.100.715.000 TL’nin 19.01.1998 tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile davalıdan tahsiline karar verildiğini, ancak söz konusu tazminatın müvekkiline 24.10.2003 tarihinde 21.865.217.420 TL olarak ödendiğini, davalının temerrüde düştüğü 19.01.1998 tarihinden itibaren işbu davanın açıldığı tarihe kadar geçen zaman içinde gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, mevduata ve tahvillere verilen faiz oranları, döviz kurları, TEFE, TÜFE oranları esas alındığında müvekkilinin munzam zararı doğduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 30.000,00 TL’nin 24.10.2003 tarihinden itibaren işleyecek T.C. Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı en yüksek avans faizi ile birlikte tahsili talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşen karara konu tazminatın hemen ödendiğini, ayrıca davacının da söz konusu zararın doğumunda %50 kusurlu olduğunun kabul edildiğini, davacının doğduğunu iddia ettiği munzam zararını ispat etmesi gerektiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, incelenen dosyalar ve tüm dosya kapsamına göre, davanın munzam zarar istemine ilişkin olduğu, davalının 5.100.715.000 TL’yi 19.01.1998 tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davacıya ödenmesine ilişkin kararın Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleştiği, davalının bu meblağı 24.10.2003 tarihinde hükmün kesinleşmesinden önce faizi ile birlikte 27.062.000.000 TL olarak ödediği, bu hususun icra dosyasındaki tahsilât makbuzundan da anlaşıldığı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.06.2004 tarih 2004/15-349 sayılı kararında vurguladığı gibi BK’nun 105. maddesine göre, alacaklının öncelikle geç ödeme nedeniyle temerrüt faizi ile karşılanmayan bir zarara uğradığını somut olgularla kanıtlamak zorunda olduğu, bu maddede öngörülen faiz aşan zararın ödenebilmesi için uğranılan zararın varlığı ve miktarının kanıtlanması gerektiği, maddenin yazılış şekline göre bu zararın “muhtemel kar” ya da “varsayılan gelir” olmadığı, davacının davanın esasına ilişkin beyanlarını içeren 20.11.2006 tarihli dilekçesine göre iş bu daya konu talebinin somut zararları değil, muhtemel kar kaybı veya varsayılan gelir kayıplarını içerdiği, ülkemizde yaşanan enflasyon, döviz fiyatlarındaki değişim, devlet tahvili fiyatları mevduat faizlerinin HUMK’nun 238. maddesine göre maruf ve meşhur olmasına göre kanıtlanmasına gerek bulunmamakla birlikte bu hükmün somut olayda uygulanma olanağı bulunmadığı, BK’nun 105. maddesinde alacaklının düçar olduğu zarardan bahsedildiğinden davacının ancak uğradığı somut zararlarını talep edebileceği, ancak davacının temerrüt faizini aşan zararı bulunduğunu somut olgularla kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava, BK’nun 105/1.maddesi hükmüne dayanılarak açılan alacağın geç tahsil edilmesi nedeniyle geçmiş günler faizi ile karşılanmadığı iddia edilen munzam zararın tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece, munzam zararın oluşumunun somutlaştırılmadığı gibi zararın varlığı ve niceliğinin kanıtlanamadığı sonucuna varılarak davanın reddine karar verilmiştir. Somut olayda davacı vekili dava dilekçesinde davalı borçlu borcunu temerrüde düşmeden ödemiş olsa idi müvekkilinin malvarlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda oluşan durum arasındaki farkın munzam zarar olduğunu ileri sürerek davalının temerrüde düştüğü 19.01.1998 tarihinden dava tarihine kadar geçen zaman içerisinde gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, mevduat ve devlet tahvillerine verilen faiz oranları, döviz kurları, TEFE, TÜFE oranları esas alındığında müvekkilinin 30.000,00 TL’lik munzam zararı doğduğunu iddia etmiştir. Bu durumda, mahkemece, munzam zararın tespitinde, öncelikle borçlunun temerrüde düştüğü tarihten ödemenin gerçekleştiği tarihe kadar geçen süre içinde, her yıl itibariyle gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, bu oranın eşya fiyatlarına yansıma durumu, mevduat ve Devlet Tahvillerine uygulanan faiz oranları, Türk Lirası karşısında döviz kurlarında meydana gelen değişikliklere ilişkin listelere göre, bu konuda uzman bilirkişi görüşünden de yararlanmak suretiyle, bu süre içerisindeki para değerinin düşmesi, alım gücünün azalması nedeniyle alacaklının maruz kaldığı zarar miktarını yukarıda değinilen unsurların toplanıp ortalamaları bulunarak belirlenmek gerekirken davacının munzam zararının doğup doğmadığının hesaplanması için bilirkişi incelemesi yaptırılmadan karar verilmesi doğru görülmemiştir…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


TEMYİZ EDEN: Davacı vekili


HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, munzam zararın tazmini istemine ilişkindir.
Mahkemece, davacının temerrüt faizini aşan zararı bulunduğunun somut olgulara dayalı olarak kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Borçlar Kanunu’nun 105.maddesi uyarınca talep edilen faizi aşan zararın varlığının davacının durumuna özgü somut vakıalarla ispatının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere munzam zarar, 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 105. maddesinde düzenlenmiştir.
Anılan yasa hükmüne göre; “alacaklının duçar olduğu zarar, geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini isbat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir.”
Munzam zarar sorumluluğu, kusura dayanan temerrüdün hukuki bir sonucudur ve borçlunun zararının faizi aşan bölümüdür.
Borçlu, para borcunu vadesinde ödemediğinde (temerrüdü oluştuğunda) sözleşme veya yasada belirlenen gecikme faizi ödeme yükümü altına girer. Bu durumda BK’nun 103. maddesi uyarınca alacaklının mutlak ve tartışmasız bir zarara uğradığı kabul edilmektedir. O nedenle alacaklıya, uğradığı zararı ispat yükümü verilmeksizin, en önemlisi borçlunun, kusuru olup olmadığı araştırılmaksızın yasa gereği kabul edilen zararı giderme hakkı tanınmıştır. Bunun dışında, alacaklının uğradığı zararın temerrüt faizinin üstünde gerçekleşmiş olması durumlarında ise, BK’nun 105.maddesi gündeme gelecektir.
Bu aşamada, munzam zararın hukuki tanımı ve kapsamı üzerinde durulmasında yarar vardır.
Munzam zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının malvarlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır. Diğer bir anlatımla, temerrüt faizini aşan ve kusur sorumluluğu kurallarına bağlı bir zarar şeklinde tanımlanabilir.
BK’nun 105.maddesi, kaynağı ne olursa olsun, temerrüt faiz yürütülebilir nitelikte olmak koşuluyla bütün para borçlarında uygulanma olanağına sahiptir. Borcun dayanağı haksız fiil, sözleşme, nedensiz zenginleşme, kanun veya vekâletsiz iş görme olabilir.
Bu bağlamda belirtilmelidir ki, munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka aykırılıktır.
O nedenle, borçlunun munzam zararı tazmin yükümlülüğü, asıl borç ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar geçen zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur. Munzam zarar, bu hukuki niteliği ve karakteri itibariyle, asıl alacak ve faizleri yönünden icra takibinde bulunulması veya dava açılmasıyla sona ermeyeceği gibi, icra takibi veya dava açılması sırasında asıl alacak ve temerrüt faizi yanında talep edilmemiş olması halinde dahi takip veya davanın konusuna dahil bir borç olarak da kabul edilemez. Bu itibarla, asıl alacağın faizi ile birlikte tahsiline yönelik icra takibinde veya davada munzam zarar hakkının saklı tutulduğunu gösteren bir ihtirazi kayıt dermeyanına da gerek bulunmamaktadır. Ayrı bir dava ile zamanaşımı süresi içinde her zaman istenmesi mümkündür.
Yapılan bu açıklamalar ışığında, munzam zarar sorumluluğunun bir kusur sorumluluğu olması nedeniyle somut olayda öncelikle, davalının temerrüde düşmekte kusurunun bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekir.
Yanlar arasındaki uyuşmazlığın temelini oluşturan olay; davalının acentelik faaliyeti esnasında hatalı bir poliçe tanzim etmesi nedeniyle davacı sigorta şirketi tarafından dava dışı sigortalısına 19.01.1998 tarihinde 10.201,43 TL ödemesidir. Davacı şirket, bu meblağı ödedikten sonra poliçenin hatalı tanzim edildiğinden bahisle davalı aleyhine Beyoğlu 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2002/264 esas sayılı dosyası ile 01.07.1998 tarihinde alacak davası açmıştır. Anılan mahkemece yapılan yargılamada söz konusu zarardan tarafların yarı oranında birlikte sorumlu oldukları belirlenmiş ve 5.100.71 TL’nin davalıdan tahsiline hükmedilmiştir. Bu karar, temyiz edilmiş ve Yargıtay 11. HD’nin 22.09.2003 tarihli onama ilamından sonra karar düzeltme isteminin 15.01.2004 tarihinde ret edilmesiyle kesinleşmiştir. Bu kesinleşme tarihinden önce davacı tarafından ilam icraya konulmuş ve karar henüz kesinleşmeden 24.10.2003 tarihinde davalı tarafından temerrüt faiziyle birlikte 27.062,00 TL olarak ödenmiştir.
Taraflar arasındaki ilk davanın açıklanan bu safahatından da anlaşılacağı üzere; davalıdan talep edilen zararın oluşmasında % 50 oranında talep sahibi davacının da sorumlu olduğunun mahkemece belirlenmiş olması nedeniyle, davalının kendisinden talep edilen tüm zararı dava edilmeden ödememekte kusurlu olduğu söylenemez. Kaldı ki davalı, bu kusur oranına göre mahkemece belirlenen tazminat miktarını kesinleşmemesine rağmen ödemiştir. Ayrıca, salt olarak ilk yargılamanın uzun sürdüğünden bahisle davalıya kusur da yüklenemeyecektir.
Bu durumda, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekmiştir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA, gerekli ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı HMK’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı HUMK:nun 440/1.maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28.11.2012 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

);