Yargıtay Kararı

Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz

Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz.

1. Hukuk Dairesi         2012/16169 E.  ,  2014/2198 K.

  • TAPU SİCİLİNE İYİNİYETLE DAYANAN ÜÇÜNCÜ KİŞİ
  • TARAF TEŞKİLİ
  • TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 2
  • TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 1023
  • TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 1024
  • HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 73
  • 1982 ANAYASASI (2709) Madde 90
  • HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 27
  • HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 124

“İçtihat Metni”

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde duruşma istemli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 11.02.2014 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat H. P. ile temyiz edilen davalılar F.. A.. vd. vekili Avukat.i, davalı M.. K.. vk. Av. ., davalı Şişli Tapu Sicil Müd. Vekili Av. . geldiler, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen davalı M. U. vekili Avukat, davalı N.. P.., davalı M. Ç. gelmediler, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi .tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

Dava, sahtecilik hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı taktirde bedel isteğine ilişkin olup, mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; Beyoğlu 9. Noterliği’nce düzenlenen 08.06.1998 tarihli vekaletname ile davacının çekişme konusu 779 ada 55 parsel sayılı taşınmazdaki kagir apartmanın 8/10 payının satışı bakımından davalı N.. P.. ile dava dışı E.. F..’ı ayrı ayrı vekil tayin ettiği, anılan vekâletname ile davalı Necip’in davacıya ait çekişme konusu 779 ada 55 parseldeki 2 nolu bağımsız bölümün 8/10 payını 09.06.1998 tarihli akitle davalı Mehmet’e, Mehmet’in de 18.05.2005 tarihli akitle davalı Musa’ya, onunda 28.09.2005 tarihli akitle davalı Mukaddes’e satış suretiyle temlik ettikleri, taşınmazın 2/10 payını da davalı Mehmet’den 04.10.2005 tarihli akitle edinen davalı Mukaddes’in anılan bağımsız bölümün tamamını 12.05.2006 tarihli akitle F. T.’e satış suretiyle temlik ettiği, eldeki davanın 13.06.2006 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Davacı, kayden maliki olduğu 779 ada 55 parseldeki 2 nolu bağımsız bölümün 8/10 payının sahte vekâletname kullanılarak davalı Mehmet’e satış suretiyle temlik edildiğini, satış için kimseye yetki vermediğini, vekâletnamedeki imza ve yazının kendisine ait olmadığını, satış iradesinin bulunmadığını, taşınmazın alım ve satımına dair vekâletnamelerin aynı gün, birbirini takip eden yevmiye numaraları ile düzenlenmiş olup, vekâletnameleri düzenleyen noter kâtibi ile davalı Mehmet’in birlikte hareket ettiklerini, vekil davalı Necip’in icra takipleri nedeniyle hapis tazyiki nedeniyle sahteciliğe karıştığını, satış bedelinin ödenmediğini, satışların kısa aralıklarla ve düşük bedelle yapıldığını, davalıların birlikte hareket eden kişiler olup, iyi niyetli bulunmadıklarını, ceza soruşturmasının devam etmekte olduğunu, noter ve tapu sicil müdürlüklerinin yolsuz taşınmaz satışı nedeniyle uğradığı zarardan sorumlu bulunduklarını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Davalı Feryal, davacının isteği üzerine çekişmeli taşınmazın alım ve satımına konu vekâletnameleri düzenlediğini, sahtecilikle ilgisi olmadığını, davalı Mehmet, davanın zamanaşımının dolduğunu, dava konusu taşınmaz payını davacının bilgisi dahilinde bedelini ödeyerek satın aldığını, işlemlerin davacının eşinin şirketinde aynı anda düzenlenen vekâletnameler kullanılarak yapıldığını, iddiaların doğru olmadığını, davacının taşınmaz payının satışından başından beri haberi olduğunu, davalı Mukaddes, dava konusu taşınmazı tapu kaydına güvenerek satın aldığını, iyi niyetli olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır. Davalılar Beyoğlu 9. Noteri ile Şişli 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü ise, husumet itirazında bulunmuşlardır.
Öte yandan; davalılardan Necip ve Musa, yargılamaya katılmamış, son kayıt maliki F. T.’e ise dava açılırken husumet yöneltilmemiş, dava açıldıktan sonra HUMK.nun 186. maddesi uyarınca davaya dahil edilmesi bakımından davacı tarafından dahili dava dilekçesi dosyaya sunulmuştur. Ancak, dahili dava dilekçesinin F. T.’e tebliğ edildiğine dair tebligat parçası ise dosyada bulunmamaktadır.
Mahkemece, dava konusu taşınmaz payının satışına konu vekâletnamenin sahte olduğunun Adli Tıp raporu ile belirlendiği, taşınmazın sahte vekâletname ile davalı Mehmet’e, ondan davalı Musa’ya, ondan davalı Mukaddes’e devredildiği, taşınmazı edinen davalıların kötü niyetli olduklarının ve muvazaalı satışlar yapıldığının sabit olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Ne var ki, mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm kurmaya yeterli olduğunu söyleyebilme olanağı bulunmadığı gibi, davada usulüne uygun taraf teşkili sağlanmadan, usul ve yasaya aykırı işlemlerle sonuca gidildiği görülmektedir.
Hemen belirtilmelidir ki, tapu iptali ve tescil istekli davaların kayıt malikine husumet tevcih edilmek suretiyle açılması gerektiğinde kuşku yoktur.
Bilindiği üzere, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 124. maddesinin 4. fıkrası, “ dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hakim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hakim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder” hükmüne yer verilmiştir.
Somut olayda, dava tarihinden kısa süre önce satış suretiyle mülkiyeti edinen F.. T..’e dava açılırken husumet yöneltilmemiş, ancak dava açıldıktan sonra HUMK’ un 186. maddesi uyarınca davaya dahili yönünden işlem yapılmış ise de, anılan işlemin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 124. maddesi kapsamında değerlendirildiği kabul edilmelidir. Ancak, gerek F. T.’e, gerekse davalı Musa’ya usulünce tebligat yapılmamıştır ve F. T.’in adına karar başlığında da yer verilmemiştir.
Yargılamanın sağlıklı biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi öncelikle tarafların yargılama gününden haberdar edilmesi ile mümkündür. Kişinin, hangi yargı merciinde duruşmasının bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilebilmesi, usulüne uygun olarak tebligat yapılması ile sağlanabilir.
6100 sayılı HMK’nin 27. maddesi (HUMK’un 73. maddesi), uluslararası sözleşmeler ve Anayasa’nın 36. maddesiyle en temel hak olarak kabul edilen hukuki dinlenilme hakkı karşısında, mahkeme tarafları dinlemeden, onların iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usûlüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez. Esasen, taraf teşkilinin sağlanması Anayasa’nın 90/son maddesi aracılığıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesi hükmü uyarınca adil yargılanma hakkının da bir gereğidir.
O halde, öncelikle dava dilekçesinin davalı Musa ile kayıt maliki F.. T.’e yöntemine uygun biçimde tebliğ edilmesi suretiyle taraf teşkilinin sağlanması gerekir.
Diğer taraftan, davacının sahtecilik iddiası bakımından Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesince rapor tanzim edilmiş, 07.01.2011 tarihli iki başlık halinde düzenlenen raporda, dava konusu taşınmazın satışına konu 08.06.1998 tarihli ve 15201 yevmiye numaralı vekâletname altındaki imza ile davacı A.. G..’e atfen atılı imza ve anılan davacıya ait üzerinde dairenin mukayese kaşeli basılı belgelerdeki imzalar arasında uygunluk ve benzerlik saptanmadığından anılan imzanın davacı Aysun’un eli ürünü olmadığının belirtildiği, aynı raporda ikinci olarak davacının eski tarihli fotokopi (22.05.1998 tarih, 25819 sayılı “A..Faktoring Hizmetleri A.Ş.”antetli sirküler fotokopisi ve “A.F.Hizmetleri A.Ş.”antetli 1996 yılına ait Olağan Genel Kurul Toplantısı Hazirun Cetveli fotokopisi) belgeler üzerinde yer alan imzaları ile karşılaştırıldığında ise davacının eli ürünü olduğunun kabulü gerektiği sonucuna varıldığı kanaati bildirilmiştir.
Bilindiği gibi, bir belge ve belgenin altındaki imzanın incelemesi yapılırken Yargıtay’ın yerleşik uygulamasında asıllar üzerinde yapılan incelemeye itibar edileceği açıktır.
O halde, Adli Tıp Kurumu Raporunda belirtildiği üzere davacının dava konusu taşınmaz payının satışına konu vekâletnameyi bizzat imzalamadığı, başka bir ifade ile vekâletnamenin sahte olduğu sabit olup, sahte vekâletnameye istinaden dava konusu taşınmaz payının davalı Mehmet’e satışına itibar edilemeyeceğinde kuşku yoktur
Ancak, çekişme konusu taşınmazı davalı Mehmet’den sonra edinen diğer davalıların iyi niyetli olduklarının anlaşılması halinde bu edinimlerinin korunacağı da açıktır.
Bilindiği üzere; Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.
Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK’nun 1023. maddesinde aynen “tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre “Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde öngörülmüştür.
Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.
Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Nitekim bu görüşten hareketle “kötü niyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.11.1991 tarihli l990/4 esas l99l/3 karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Somut olayda, dava konusu taşınmaz payını davalı Mehmet’den edinen davalılar Musa, Mukaddes ve Funda’nın sahtecilik hakkında bilgileri olup olmadığı, diğer davalılar vekil Necip ve davalı Mehmet ile el ve iş birliği içinde bulunup bulunmadıkları bakımından mahkemece, yeterli araştırma yapılmış değildir.
Hâl böyle olunca; yukarıda açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda öncelikle davalılar Musa ve Funda’ya usûlüne uygun dava dilekçesinin tebliğinin yapılarak taraf teşkilinin sağlanması, ondan sonra kayıt maliklerinin taşınmaz payını edinimlerinde iyi niyetli olup olmadıkları bakımından gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, toplanan ve toplanacak delillere göre değerlendirme yapılarak davalılar Musa, Mukaddes ve son olarak Funda Tacir’in sahteciliği bilen ve bilmesi gereken kişi konumunda bulunup bulunmadıklarının şüpheye yer vermeyecek şekilde ortaya konulması, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.
Davacının bu yönlere ilişkin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun geçici 3. maddesi aracılığıyla) 1086 sayılı HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, 28.12.2013 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 1.100.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenlerden alınmasına,alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

);