Davacının alacaklarını net miktarlar üzerinden talep etmesi hâlinde hüküm fıkrasında talep dikkate alınarak alacaklara net olarak hükmedilmelidir.
Hukuk Genel Kurulu 2019/157 E. , 2019/1051 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bakırköy 13. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 12.05.2015 tarihli ve 2013/618 E., 2015/218 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 17.05.2018 tarihli ve 2015/18295 E., 2018/11018 K. sayılı kararı ile;
“… A) Davacı isteminin özeti:
Davacı vekili, iş aktinin davalı tarafından haksız feshedildiğini, müvekkilinin davalıya ait işyerinde 08/05/2002 tarihinden 27/09/2013 tarihine kadar desinatör olarak kesintisiz çalıştığını, bir kısım işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti, hafta tatili ücreti, ulusal bayram genel tatil ücreti, asgari geçim indirimi alacaklarını istemiştir.
B)Davalı cevabının özeti:
Davalı vekili, davacının müvekkil şirket nezdinde 3 farklı dönemde kısa sürelerle çalışmış olduğunu, 11,5 yıl kesintisiz çalışmadığını, diğer işçilere hakaretler ettiğini, çalışanlardan birine “beyazı da eline vereyim mi?” şeklindeki beyanına verilen cevap üzerine o çalışanı yumrukladığını, bu nedenle davacı ile çalışma imkanı kalmadığını, taleplerin zamanaşımına uğradığını, geçmiş dönemlerde çalışmalar karşılığı tüm hakları kendisine ödenmek suretiyle iş sözleşmesinin fesholduğunu, ödemelere ilişkin makbuz ve ibranamelerin sunulduğunu, sözleşmelerin feshinden sonra davacının başka işyerlerinde çalıştığını, 11,5 yıl boyunca davalı işyerinde çalıştığı iddiasının hizmet döküm kayıtlarından anlaşılacağı üzere gerçek dışı olduğunu, iddia ve taleplerin yersiz olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
C)Yerel Mahkeme kararının özeti:
Mahkemece, davacının davalıya ait işyerinde 08/05/2002-20/02/2004 tarihleri arası ve 10/11/2004-27/09/2013 tarihleri arası iki dönem halinde toplam 10 Yıl 8 Ay çalıştığı, davalı vekili cevap dilekçesinde davacının işyerinde çalışan bir kişiyi yumruklayarak işyeri çalışma düzenini bozduğu gerekçesiyle iş akdinin feshedildiğini iddia etmesine rağmen bizzat davalı tanığı beyanından da anlaşılacağı üzere davacının o kişiyi yumruklamadığı, davacının işverenin başka işçisine saldırmadığı, hakaret etmediği, ileri geri konuştuğu, bu nedenle davacının eyleminin İş Kanunu’nun 25/ll-d maddesinde düzenlenen işverene haklı fesih hakkı verecek şekilde olmadığı, davacının eylemi işverenin başka işçisine sataşma olarak kabul edilse dahi diğer işiçinin de aynı şekilde eylemi bulunmasına rağmen bu işçinin halen aynı işyerinde çalışmakta olduğu, böylece davalı işverenin eşit eyleme eşit işlem yapma borcuna uygun hareket etmediği, dolayısıyla davalı işverenin iş akdini feshinin haksız olduğu anlaşıldığından davacının kıdem ve ihbar tazminatı talep hakkının doğduğu, davacıya çalışırken 30/12/2011 tarihinde ödenen kıdem tazminatı işlemiş yasal faizi ile birlikte hesaplanan kıdem tazminatından mahsup edildiği, davacı fazla çalışma ücreti, bayram ve genel tatil ücreti ile izin ücreti taleplerinde bulunmuş olup, fazla çalışma yaptığını, bayram ve genel tatillerde çalıştığını ispat ettiği halde bu çalışmaların karşılığı olan ücretlerin ödendiği, ücretli izinlerin kullandırıldığı veya ücretinin ödendiği imzalı ücretli izin defteri, ücret bordrosu ve makbuz gibi belgelerle işveren tarafından ispat edilemediğinden davacının bu alacaklarının bulunduğu, davacı her ne kadar hafta tatili ücreti ve asgari geçim indirimi talebinde bulunmuş ise de; hafta tatillerinde çalıştığını ispat edemediğinden asgari geçim indirimlerinin tamamının davacıya ödendiği anlaşıldığından davacının bu taleplerinin reddedildiği, fazla çalışma ücreti ile genel tatil ücretlerinden takdiren 1/3 indirim yapılıp ıslah dilekçesi dikkate alınarak davanın kısmen kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesi ile hafta tatili ücreti ve asgari geçim indirimi haricindeki taleplerin kabulüne karar verilmiştir.
D)Temyiz:
Karar süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
E)Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Somut uyuşmazlıkta, dosya kapsamından davacının işe iade davasını eldeki işçilik alacaklarına ilişkin dava ile aynı tarihte açıtığı, işe iade davası kabul edilip onanınca işe iade talepli davacı ihtarının davalıya 06/03/2015 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.
Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve yıllık izin ücreti feshe bağlı haklar olup, işe iade davası açılması halinde fesih askıdadır ve bu alacakların işe iade davası ile birlikte talep edilmesi mümkün değildir. Bir diğer deyişle, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve yıllık izin ücreti talepleri bakımından erken açılmış dava söz konusu olduğundan, bu taleplerin bu nedenle usulden reddi gerekirken kabulü hatalıdır.
3-Ulusal bayram genel tatil ücreti bakımından, tüm taraf tanıklarının beyanlarından 2008 yılından sonra ulusal bayram genel tatil çalışması olmadığı anlaşılmaktadır. Hükme esas bilirkişi raporunda ise bu alacak 01/10/2008 tarihinden itibaren hesaplanmıştır. Açıklanan nedenle ulusal bayram genel tatil ücreti talebinin reddi gerekir iken kabulü hatalıdır.
4-Hükmedilen miktarın net mi yoksa brüt mü olduğunun hükümde belirtilmemesinin infazda tereddüte yol açacağının düşünülmemesi hatalıdır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda kısmen direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin aylık net 1.605,00TL ücretle çalıştığını ve iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haklı bir neden olmaksızın feshedildiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin, asgari geçim indirimi, fazla çalışma, hafta tatili ve genel tatil ücreti alacaklarının davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; davacının hak ettiği alacakların miktarı konusunda alınan bilirkişi raporunda 18.758,58TL bakiye kıdem tazminatı, 3.723,64TL ihbar tazminatı, 6.952,20TL yıllık izin ücreti, 8.025,97TL fazla çalışma ücreti ve 694,43TL bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının bulunduğu hesaplanmış olup, fazla çalışma ücreti ile genel tatil ücretlerinden takdiren 1/3 indirim yapılıp ıslah dilekçesi dikkate alınarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Mahkemece; Özel Daire bozma kararının (2) ve (3) numaralı bozma nedenlerine uyulmasına ancak (4) nolu bozma nedeni yönünden ısrar edilerek yeniden yapılan yargılama neticesinde; işçilik alacakları ile ilgili davaların tümünde hükmedilen alacakların net mi brüt mü olduğu belirtilmeden binlerce karar verildiği hâlde şimdiye kadar hiçbir karar ile ilgili ne taraflardan ne de kararın infazı için icraya konulmasından sonra icra müdürlüklerinden infazda tereddüt oluştuğundan bahisle kararın açıklanması talebinin gelmediği, kaldı ki hükme dayanak yapılan bilirkişi raporunda alacakların net olarak hesaplandığının ortada olduğu gibi bir kararda alacağın net mi brüt mü olduğu belirtilmemişse ilk önce akla gelmesi gerekenin net olduğu, diğer hukuk mahkemelerince de verilen kararlarda hükmedilen alacağın içinde ödenmesi gereken vergiler bulunabileceği hâlde alacağın net mi brüt mü olduğunun belirtilmediği, fakat bu kararların alacağın net mi brüt mü olduğu konusunda infazda tereddüt oluşacağı gerekçesiyle bozulmadığı, esasen hükmedilen alacağın brüt olarak hükmedilmesinin de pek çok sorunları beraberinde getirdiği, alacağın brüt olarak hükmedilmesi hâlinde bu alacağın içinde vergi ve sigorta primi de bulunduğundan harçların hükmedilen tüm alacak miktarı üzerinden hesaplanacağı ve davalının davacının kazandığı net alacağın dışında vergi ve sigorta primlerinin de harcını ödemeye mahkûm edileceği, bu durumun vekâlet ücreti ve yargılama giderleri yönünden de söz konusu olduğu, belirtilen bu nedenlerden dolayı iş mahkemelerinden verilen kararlarda hükmedilen alacağın diğer mahkemelerde olduğu gibi net mi brüt mü olduğunun belirtilmesine gerek olmayıp, alacağın net olduğunun anlaşılması gerektiğinden bozmanın buna dair kısmına uyulmayıp önceki kararda ısrar edildiği gerekçesiyle kısmen direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, işçilik alacakları hüküm altına alınırken net mi brüt mü olduğunun hükümde açıkça belirtilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
I-Direnme Kararının Temyizi Yönünden:
Öncelikle işçi ücretlerinin tespit şekli ve vergilendirilmesi üzerinde durulmalıdır.
1- İşçi ücretinin tespit şekli ve vergilendirilmesi
193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 1’inci maddesinde gelir tanımlanmış olup, gerçek kişilerin gelirlerinin gelir vergisine tabi olduğu, gelirin ise bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarı olduğu belirtilmiştir. Aynı Kanun’un 2’nci maddesinde ise geliri oluşturan bu kazanç ve iratlar sayılmış, “ücret”in de bu kazanç ve iratlar arasında olduğu açıkça belirtilmiştir. Gelir Vergisi Kanunu’nun 3’ncü maddesine göre Türkiye’de yerleşmiş olanlar ile resmî daire ve müesseselere veya merkezi Türkiye’de bulunan teşekkül ve teşebbüslere bağlı olup adı geçen daire, müessese, teşekkül ve teşebbüslerin işleri dolayısıyla yabancı memlekette oturup bulundukları memlekette elde ettikleri kazanç ve iratları dolayısıyla gelir vergisine veya benzeri bir vergiye tabi tutulmamış Türk vatandaşlarının Türkiye içinde ve dışında elde ettikleri kazanç ve iratların tamamı üzerinden vergilendirilecekleri belirtilerek tam vergi mükellefi tarif edilmiştir.
Bununla birlikte 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 8’inci maddesinde mükellefin, vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu terettübeden gerçek veya tüzel kişiler olduğu; vergi sorumlusunun ise, verginin ödenmesi bakımından alacaklı vergi dairesine karşı muhatap olan kişi olduğu, bu Kanun’un müteakip maddelerinde geçen “mükellef” tabirinin, vergi sorumlularına da şamil bulunduğu belirtilmiştir. Bu düzenlemeler karşısında vergi mükellefinin işçi, vergi sorumlusunun ise işveren olduğu tartışmasızdır.
Gelir Vergisi Kanunu’nun 61’inci maddesinde ücret, işverene tabi belirli bir iş yerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatler şeklinde tanımlanmış olup, ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı (mali sorumluluk tazminatı), tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olmasının veya bir ortaklık münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunmasının onun mahiyetini değiştirmeyeceği belirtilmiştir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 32’nci maddesinin birinci fıkrasında ise ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.
İş hukukundaki ücret tanımı ile vergi hukukundaki ücret tanımı mukayese edildiğinde, vergi hukukundaki tanımın çok daha geniş kapsamlı olduğu görülecektir. Zira; vergi hukukunda, hizmet karşılığı olarak yapılan nakden ödemeler yanında, işverence sağlanan her türlü menfaat de ücret kapsamında değerlendirilmektedir (Ekin, A./Topçu, M.: İş Alacakları Açısından Gelir Vergisi ve Yasal Kesintiler, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, S.8, Aralık 2016, s. 117).
Kural olarak 4857 sayılı İş Kanunu kapsamındaki işçiler, gerçek usulde vergilendirilirler. Bununla birlikte ücretlerin tamamının gerçek usulde vergilendirilmesi her zaman mümkün olmadığından “Diğer ücretler” başlıklı 193 sayılı Kanun’un 64’üncü maddesinde bu maddede yazılı olduğu şekilde vergilendirilecek kişiler sayılmıştır.
Gerçek usulde matrah saptanırken, işçinin normal gayrisafi aylık ücretinin yanı sıra para veya para ile ifade edilmesi mümkün bulunan kanun, iş sözleşmesi veya toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan menfaatler, hafta tatili ücreti, fazla çalışma ücreti ile ihbar tazminatı, prim ve ikramiyeler de gayrisafi ücret kapsamında değerlendirilir. Bu nedenle Kanun kapsamında, işveren tarafından işçiye sağlanan her türlü menfaat, ücret olarak kabul edilirken, sağlık sigortası, sendika aidatları, engelli indirimi gibi çok sayıda ödeme, gelir vergisi matrahının tespitinde indirim konusu yapılabilir. Ayrıca gerçek usulde vergilendirilen işçiler asgari geçim indiriminden de faydalanır. İşverenler tarafından işçilerin ücret gelirlerinden kesilen ve gelir vergisinden mahsup edilen asgari geçim indirimi tutarının, o ayki ücretiyle birlikte işçiye nakden ödenmesi gerekir (Ekin/Topçu, s. 118).
Gerçek usulde işçi ücreti vergilendirilirken ücretin safi tutarı, kaynakta kesintiye tabi tutulacak olup kesintiyi de işveren yapacaktır. Bu husus Gelir Vergisi Kanunu’nun 94’ncü maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir: “Kamu idare ve müesseseleri, iktisadi kamu müesseseleri, sair kurumlar, ticaret şirketleri, iş ortaklıkları, dernekler, vakıflar, dernek ve vakıfların iktisadi işletmeleri, kooperatifler, yatırım fonu yönetenler, gerçek gelirlerini beyan etmeye mecbur olan ticaret ve serbest meslek erbabı, zirai kazançlarını bilanço veya zırai işletme hesabı esasına göre tespit eden çiftçiler aşağıdaki bentlerde sayılan ödemeleri (avans olarak ödenenler dahil) nakden veya hesaben yaptıkları sırada, istihkak sahiplerinin gelir vergilerine mahsuben tevkifat yapmaya mecburdurlar. “
Yapılacak vergi kesintisi Gelir Vergisi Kanunu’nun 103’üncü maddesinde belirlenen artan oranlı tarifeye göre belirlenecektir. İşçinin elde ettiği ücret üzerinden gelir vergisi kesintisi dışında ayrıca 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 80’nci maddesi uyarınca SGK primi yanında işsizlik sigortası primi ve damga vergisi kesintisi de yapılmalıdır. Dolayısıyla bu kesintilerden herhangi birinin yapılmaması hâlinde belirlenecek net tutar hatalı olacaktır.
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 11’nci maddesine göre yaptıkları veya yapacakları ödemelerden vergi kesmeye mecbur olanlar yani işverenler, verginin tam olarak kesilip ödenmesinden ve bununla ilgili diğer ödevleri yerine getirmekten sorumludurlar. Yine işçilik alacaklarının mahkeme kararı ile hüküm altına alınıp icra baskısı olmadan işverence ödenmesi hâlinde işverenin sorumluluğu devam edecektir. Buna karşın hüküm altına alınan alacakların işverence ödenmemesi nedeniyle icra takibi başlatılarak ödemenin bu yolla yapılması durumunda icra dairesi vergi sorumlusu olacaktır.
Vergi Usul Kanunu’nun 19’ncu maddesine göre, “Vergi alacağı, vergi kanunlarının vergiyi bağladıkları olayın vukuu veya hukuki durumun tekemmülü ile doğar. Vergi alacağı mükellef bakımından vergi borcunu teşkil eder”. Bu düzenlemeden anlaşılacağı üzere vergilendirme sürecinin başlaması, vergiyi doğuran olayın gerçekleşmesine bağlıdır. Dolayısıyla vergiyi doğuran olayın muafiyet ve istisna sınırları içinde kalması hâli dikkate alındığında, bu hâlde vergilendirme sürecinin başlaması da mümkün olmayacaktır.
İş sözleşmesine tabi olarak çalışan işçinin, iş görme edimi karşılığı olarak elde ettiği bazı gelirleri Gelir Vergisi Kanunu ya da diğer bazı kanunlar ile istisna kapsamında tutulmuştur. Bu istisnalar ücretten olabileceği gibi tazminat ve yardımlar yönünden de mümkündür. Ücret yönünden istisnalara örnek olarak Gelir Vergisi Kanunu’nun 15’nci maddesi uyarınca yabancı devletlerin Türkiye’de bulunan elçi, maslahatgüzar ve konsolosları ile elçilik ve konsolosluklara mensup olan ve o memleketin uyruğunda bulunan memurları dışında kalan kişilerin yalnızca bu işlerinden dolayı aldıkları ücret vergiden muaf tutulmuştur. Benzer düzenleme Kanun’un 16’ncı maddesinde düzenlenmiş olup buna göre, yabancı elçilik ve konsoloslukların 15’inci maddeye girmeyen memur ve hizmetlilerinin yalnız bu işlerinden dolayı aldıkları ücretler karşılıklı olmak şartıyla gelir vergisinden istisnadır.
Gelir Vergisi Kanunu’nun 25’nci maddesinde sosyal amaçlı bazı tazminat ve yardımların gelir vergisinden istisna edileceği de açıkça belirtilmiştir. Bu madde uyarınca sayılan diğer nedenler yanında kıdem tazminatının da gelir vergisinden müstesna tutulacağı belirtilmiştir. Aynı şekilde kıdem tazminatından sosyal güvenlik primi ile işsizlik sigortası kesintisi de yapılması mümkün olmayıp sadece damga vergisi kesintisi yapılacaktır.
İhbar tazminatı hesaplanırken brüt ücret üzerinden yapılan hesaplamadan gelir ve damga vergisi kesintisi yapılacak ancak 5510 sayılı Kanun’un 80’inci maddesi uyarınca sosyal güvenlik primi ve işsizlik sigortası kesintisi yapılamayacaktır.
Diğer işçilik alacakları (fazla çalışma, genel tatil, hafta tatili vs.) yönünden ise gelir ve damga vergisi kesintisi ile SGK primi, işsizlik sigortası kesintilerinin yapılarak hesaplanması gerekmektedir.
İşçinin ücretinin tespiti ve vergilendirilmesi yukarıda açıklanmış olup, dava dilekçesindeki talep ile hükmün kapsamı üzerinde de durulması uygun olacaktır.
2- Talep ve hükmün kapsamı
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı HMK/HMK) 119’uncu maddesinde dava dilekçesinin içeriği belirtilmiştir. Buna göre “açık bir şekilde talep sonucu”nun dava dilekçesinde gösterilmesi gereklidir.
Talep sonucu çok açık bir şekilde yazılmalıdır (m. 179/3). Talep sonucu çok açık olmalı ki, mahkeme, davayı kabul edince, talep sonucunu aynen hüküm fıkrası olarak (m. 388/6) kararına alabilsin. Esasen, mahkeme davacının talep ettiğinden fazlasına hüküm veremez (m. 74). Bu nedenle davacı, nelerin hüküm altına alınmasını (davalının neye mahkûm edilmesini) istediğini, açık ve noksansız bir şekilde dava dilekçesinin talep sonucu (neticeî talep) bölümünde bildirmelidir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, C:2, 2001, s. 1607 vd).
6100 sayılı HMK’nın 119’uncu maddesinin ikinci fıkrasında dava dilekçesinde açık bir talep sonucunun bulunmaması hâlinde mahkemece eksikliğin giderilmesi için davacıya bir haftalık kesin süre verileceği, bu süre içinde eksikliğin giderilmemesi durumunda davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği belirtilmiştir.
Yine 6100 sayılı HMK’nın 294’üncü maddesinin birinci fıkrasına göre mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür.
Hükmün kapsamı ise 6100 sayılı HMK’nın 297’nci maddesinde belirtilmiştir. Buna göre;
“(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini.
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını.
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
Bir davanın temelini, taraflarca ileri sürülen iddia ve savunmalar oluşturur. Dolayısıyla, dava konusunun ve çekişmenin ne olduğunun karardan anlaşılması, bu iddia ve savunmalara gerekçeli kararda yer verilmesiyle mümkün olur (Tutumlu, M. Akif: Hukuk Yargılamasında Hüküm ve Gerekçeli Karar, Ankara 2007, s. 61).
Hüküm sonucu veya kısa karar olarak da ifade edilen hüküm fıkrası, kararın en önemli bölümüdür. Öğretide hüküm fıkrasının, kararın vücut bulmuş hâli olduğu; kararın kalbi ve özü niteliğinde bulunduğu ifade edilmektedir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu gereğince, hüküm fıkrasında, gerekçeye ait hiçbir söz tekrar edilmeksizin, talep sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt yaratmayacak şekilde (HMK m. 297/2) gösterilmelidir (Güneysu, N. Boran: Medeni Usul Hukukunda Karar, Ankara 2014, s. 225 vd).
Davacının dava dilekçesinde belirttiği tüm talepleri mahkemece hüküm fıkrasında ayrı ayrı sıra numarası altında gösterilmek suretiyle her biri hakkında karar verilmelidir. Mahkemece verilen hüküm fıkrasının açık ve icra edilebilir olması da gereklidir. Aksi hâlde hukuki belirlilik gereği açık ve infaz kabiliyeti bulunması gereken hüküm fıkrasının özellikle icrası sırasında şüphe veya tereddütler doğmasına ve hükmün icra edilememesi gibi durumlarla karşılaşılır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacının dava dilekçesinde işçilik alacaklarını talep ettiği, talep edilen miktarların net mi yoksa brüt mü olduğunun dilekçede belirtilmediği, hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise alacakların hem brüt hem de net tutarları gösterilmek suretiyle hesaplandığı, Mahkemece ise hüküm fıkrasında kabul edilen alacakların net mi yoksa brüt mü olduğu belirtilmeksizin ancak hesaplanan net tutarlar üzerinden hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
Kural olarak işçilik alacakları brüt olarak hüküm altına alınmalıdır. Ancak davacının alacaklarını net miktarlar üzerinden talep etmesi hâlinde hüküm fıkrasında talep dikkate alınarak alacaklara net olarak hükmedilmelidir. Başka bir deyişle, ister brüt, ister net miktarlar talep edilsin her iki durumda da hüküm altına alınan alacak miktarları gösterildikten sonra net mi yoksa brüt mü olduğu hüküm fıkrasında açıkça belirtilmelidir.
Aksi hâlde mahkemece hüküm altına alınan işçilik alacaklarının hesaplama sırasında gerekli vergi kesintilerinin ve diğer hususların doğru uygulanıp uygulanmadığı, başka bir deyişle hükme esas alınan bilirkişinin hesaplama şekli sonucunda tespit edilen net miktarların doğru belirlenip belirlenmediğinin temyiz mercii olan Yargıtay tarafından denetimi de mümkün olmayacaktır.
Bu durumda mahkemece gerekçede hüküm altına alınan miktarların net mi brüt mü olduğunun belirtilmesi yeterli olmayıp hüküm fıkrasında da hüküm altına alınan alacakların net ya da brüt olduğu açıkça yazılmalıdır.
Şu hâlde Mahkemece hüküm fıkrasında kabul edilen işçilik alacakları miktarlarının net ya da brüt olduğunun açıkça gösterilmemesi 6100 sayılı HMK’nın 297’nci maddesinin ikinci fıkrasına aykırılık teşkil etmektedir.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
II- Mahkemece Uyulmak Suretiyle Verilen Karara İlişkin Temyiz Yönünden:
Dosya kapsamından Mahkemece, Özel Daire bozma kararına kısmen uyulup kısmen direnildiği ve uyulan yönlere ilişkin bozma doğrultusunda işlem yapılarak karar verildiği anlaşılmıştır.
Davalı vekilinin direnme kararına yönelik temyiz itirazları dışında kalan diğer itirazlarının Mahkemece uyularak bozma doğrultusunda işlem yapılmak suretiyle verilen yeni hükme yönelik bulunduğu görülmüştür.
Bu durumda, bozma kararına uyularak oluşturulan yeni hüküm Özel Dairesince incelenmediğinden, bu yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
S O N U Ç: Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
(II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle uyulan kısımlar yönünden davalı vekilinin yeni hükme yönelik olan temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 9. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere oy birliğiyle ve kesin olarak 10.10.2019 tarihinde karar verildi.