Ceza Genel Kurul Kararı

Gizli soruşturmacıya yapılan uyuşturucu satışları nedeniyle zincirleme suç hükümleri uygulanamaz.

Gizli soruşturmacıya yapılan uyuşturucu satışları nedeniyle zincirleme suç hükümleri uygulanamaz.

Ceza Genel Kurulu         2015/229 E.  ,  2015/260 K.

“İçtihat Metni”

İtirazname: 2014/140384
Mahkemesi : İZMİR 4. Ağır Ceza
Günü : 23.12.2013
Sayısı : 358-430

Uyuşturucu madde ticareti suçundan sanık F.. Ç..’nın 5237 sayılı TCK’nun 188/3, 43/1, 62/1, 52/2, 53/1, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 5 yıl 2 ay 15 gün hapis ve 100 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve müsadereye ilişkin, İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 23.12.2013 gün ve 358-430 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 17.11.2014 gün ve 3746-12754 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 09.01.2015 gün ve 140384 sayı ile;
“…’Gizli soruşturmacı’ 5271 sayılı ‘Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 139. maddesi ile ‘Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik’in 23-28. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu hükümlere göre; soruşturmacı, faaliyetlerini izlemekle görevlendirildiği örgüte ilişkin her türlü araştırmada bulunmak ve bu örgütün faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili delilleri toplamakla yükümlüdür. (CMK 139/4; Yönetmelik 27/1)
Gizli soruşturmacının görevi, soruşturma konusu suçun işlenip işlenmediğini, işlenmiş ise işleyenin kim olduğunu belirlemek ve bu konudaki delilleri toplamaktır. Gizli soruşturmacı bu görevini yerine getirirken suç işleyemez, başkasını suç işlemeye azmettiremez.
Devletin temel görevlerinden biri de ‘suç işlenmesini önlemektir.’ Devlet görevlisinin bir kişinin daha fazla ceza almasını sağlamak için onu bazı hareketleri yapmaya yönlendirmesi ve ona bunun için fırsat vermesi kabul edilemez. Aksi halde gerek Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan ‘hukuk devleti’ ilkesi gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde öngörülen ‘adil yargılama’ hakkı ihlâl edilmiş olur. Esas olan gizli soruşturmacı olan görevlinin bir suç işlendiğini tespit ettiğinde suç işleyeni yakalayıp yargı önüne çıkarmasıdır. Oysa somut olayda, gizli soruşturmacı 26.04.2013 günü 10 TL karşılığında 1 gram esrar almıştır. Böylece sanığın ‘satmak için uyuşturucu ve uyarıcı madde bulundurma’ suçu belirlenmiş ve delili elde edilmiştir. Buna rağmen görevlilerin sanığın evinde bulunan ve daha sonra ele geçirilen esrarı elde etme ve eyleminin sonlandırması olanağı bulunuyorken sanığın yakalanmayıp eylemine devam imkanı sağlanarak gizli soruşturmacı tarafından tekrar 01/05/2013 tarihinde 1,3 gram esrar alınması hem gereksizdir hem de görevi kapsamında değildir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle gizli soruşturmacı tarafından sanıktan esrar alınması ayrıca suç oluşturmayacağından, zincirleme suç hükümleri uygulanarak sanığa fazla ceza verilmesi yerinde değildir…” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Dairenin onama kararının kaldırılması ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 10. Ceza Dairesince 26.01.2015 gün ve 9-345 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık M.. Ç.. hakkında uyuşturucu madde ticareti suçundan kurulan beraat hükmü temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup, itirazın kapsamına göre inceleme, sanık F.. Ç.. hakkında kurulan mahkûmiyet hükmüyle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; uyuşturucu madde ticareti suçundan sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığının tespitine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Kolluk görevlilerince, İzmir’deki uyuşturucu madde satıcılarının büyük çoğunluğunun önceki tarihlerde gerçekleştirilen operasyonlar sebebi ile tedirgin oldukları, kullanıcıları bilgilendirdikleri, tedbir almaları konusunda telkin ve tavsiyede bulundukları, telefon kullanmamaya özen gösterdikleri, kullananların da sık sık telefon değiştirdikleri, bu önlemler doğrultusunda uyuşturucu madde satışına devam ettikleri bilgilerinin elde edilmesi üzerine, İzmir 8. Sulh Ceza Mahkemesince 08.01.2013 gün ve 95 sayı ile, 5271 sayılı CMK’nun 139. maddesi uyarınca kolluk görevlilerinin gizli soruşturmacı olarak görevlendirilmesine, gizli soruşturmacılara uyuşturucu madde satma isteminde bulunulması halinde söz konusu uyuşturucu maddelerin delil toplama kapsamında şüpheli şahıslardan alınarak elkonulmasına karar verildiği,
Gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin talep yazısı ve gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin kararda; uyuşturucu madde ticareti suçunun, suç işlemek için kurulmuş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlendiğine ilişkin bir iddianın ileri sürülmediği,
26.04.2013 günü alıcı rolündeki görevlilerin Basmane semtinde ilerledikleri sırada sanığın evinin dış kapısından alıcı görevlilere “ne arıyorsunuz buralarda, polis misiniz” diye sorduğu, görevlilerin yaklaşık yarım saat önce güven alımı yaptıkları kişiyi kast ederek “Metin abimize bakmıştık, herhalde yanlış sokağa girdik” şeklinde cevap verdikleri, sanığın “Metin bu sokakta oturmuyor, yanlış gelmişsiniz ama Metin’deki malzeme bende de var, malzeme mi lazım” demesi üzerine görevlilerin “ne malzemesi var sende” diye sordukları, sanığın “bende sadece cigaralık var, vereyim mi” demesi üzerine görevlilerin sanığa 10 TL verdiği, sanığın da bir paket halindeki 0,78 gram esrarı görevlilere teslim ettiği,
01.05.2013 günü alıcı görevlilerin aynı sokak içerisinde ilerledikleri sırada sanığın yine evinin dış kapısından alıcı görevlilere “abim hoş geldin, malzeme mi arıyorsun, vereyim abime” şeklinde seslendiği, görevlilerce bir adet meşenin fiyatı sorulduğunda sanığın “10 TL” demesi üzerine sanığa 10 TL verildiği, sanığın içeriden getirdiği bir paket halindeki 1 gram esrarı görevlilere verdiği,
23.09.2013 tarihinde sanığın eşinin ailesi ile birlikte yaşadığı evde yapılan aramada, 19 paket halinde 21,6 gram esrar ele geçirildiği,
İzmir Kriminal Polis Laboratuvarının 10.05.2013 gün ve 4695 sayılı ekspertiz raporunda; alıcı görevlilerce sanıktan 26.04.2013 tarihinde alınan maddenin, esrar aktif maddelerinden Tetrahydrocannabinol ihtiva eden bitki parçası olduğu ve net 0,78 gram esrar içerdiğinin ifade edildiği,
İzmir Kriminal Polis Laboratuvarının 16.05.2013 gün ve 4847 sayılı ekspertiz raporunda; alıcı görevlilerce sanıktan 01.05.2013 tarihinde alınan 1 gram maddenin, esrar aktif maddelerinden Tetrahydrocannabinol ihtiva eden bitki parçası olduğu bilgilerinin yer aldığı,
İzmir Kriminal Polis Laboratuvarının 05.10.2013 gün ve 9495 sayılı ekspertiz raporunda; sanığın evinde 23.09.2013 tarihinde yapılan arama sırasında ele geçirilen maddenin, esrar aktif maddelerinden Tetrahydrocannabinol ihtiva eden bitki parçası olduğu ve net 21,6 gram esrar içerdiğinin belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
Sanık soruşturma aşamasında suçlamaları kabul etmemiş, mahkemede ise; olay tarihinde cezaevinde bulunan eşinden kalan evdeki esrarı, kayınvalidesinin hasta, çocuklarının ise bakıma muhtaç olması ve gelirinin bulunmaması nedeniyle satmak zorunda kaldığını savunmuştur.
Uyuşmazlığın esasına geçmeden önce, somut olayda sanıktan uyuşturucu madde satın alan kolluk görevlilerinin statülerinin belirlenmesi gerekmektedir.
Ceza Muhakemesi Kanununun “Gizli soruşturmacı görevlendirilmesi” başlıklı 139. maddesinin suç tarihinde yürürlükte bulunan hali;
“1) Soruşturma konusu suçun işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve başka surette delil elde edilememesi halinde, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı kararı ile kamu görevlileri gizli soruşturmacı olarak görevlendirilebilir.
2) Soruşturmacının kimliği değiştirilebilir. Bu kimlikle hukukî işlemler yapılabilir. Kimliğin oluşturulması ve devam ettirilmesi için zorunlu olması durumunda gerekli belgeler hazırlanabilir, değiştirilebilir ve kullanılabilir.
3) Soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin karar ve diğer belgeler ilgili Cumhuriyet Başsavcılığında muhafaza edilir. Soruşturmacının kimliği, görevinin sona ermesinden sonra da gizli tutulur.
4) Soruşturmacı, faaliyetlerini izlemekle görevlendirildiği örgüte ilişkin her türlü araştırmada bulunmak ve bu örgütün faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili delilleri toplamakla yükümlüdür.
5) Soruşturmacı, görevini yerine getirirken suç işleyemez ve görevlendirildiği örgütün işlemekte olduğu suçlardan sorumlu tutulamaz.
6) Soruşturmacı görevlendirilmesi suretiyle elde edilen kişisel bilgiler, görevlendirildiği ceza soruşturması ve kovuşturması dışında kullanılamaz.
7) Bu madde hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:
a) Türk Ceza Kanununda yer alan;
1. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),
2. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),
3. Silahlı örgüt (madde 314) veya bu örgütlere silah sağlama (madde 315).
b) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları.
c) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar” şeklindedir.
06.03.2014 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürülüğe giren 6526 sayılı Kanunun 13. maddesi ile CMK’nun 139. maddesinin birinci fıkrası “Soruşturma konusu suçun işlendiği hususunda somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve başka surette delil elde edilememesi hâlinde, kamu görevlileri gizli soruşturmacı olarak görevlendirilebilir. Bu madde uyarınca yapılacak görevlendirmeye ağır ceza mahkemesince oy birliğiyle karar verilir. İtiraz üzerine bu tedbire karar verilebilmesi için de oybirliği aranır.” şeklinde değiştirilmiş, altıncı fıkrasına ise “Suçla bağlantılı olmayan kişisel bilgiler derhâl yok edilir.” cümlesi eklenmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonunca kanuna eklenen madde gerekçesinde “Kışkırtıcı ajan kullanılmasının hukuk devleti ilkesi bakımından büyük sorunlar yaratması karşısında, batı ülkelerinde giderek artan ve buna paralel olarak da toplum hayatında tamiri kabil olmayan yaralar açan organize suçlulukla mücadelede gizli soruşturma yapan bir görevliden yararlanma düşüncesi ortaya çıkmıştır. Gizli soruşturmacı, kışkırtıcı ajan değildir. Bunun kışkırtıcı ajandan en önemli farkı, gizli soruşturmacının hiç bir zaman azmettiren durumunda bulunamamasıdır.
Gizli soruşturmacı, görevi sırasında suç işlemeyecektir.
Gizli soruşturmacının, içine girdiği örgüt içerisinde uzun süre kalabilmesi, onun ‘uydurma kimlik’ sahibi olması ve bu kimlik altında bazı işlemlerde bulunabilmesine de bağlıdır.
Karşılaştırmalı hukukta, bu tedbirler vasıtasıyla bireyin temel hak ve özgürlüklerine ağır biçimde müdahale edilmesi nedeniyle, tedbire karar verme yetkisi konusunda özel yetki kuralları öngörülmüştür” denilmektedir.
Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin, “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinin (ç) bendinde gizli soruşturmacının; “Gerektiğinde örgüt içine sızmak, gözetlemek, izlemek, örgüte ilişkin her türlü araştırmada bulunmak ve örgütün işlediği suçlarla ilgili  iz, eser, emare ve delilleri toplamak ve muhafaza altına almakla görevlendirilen kamu görevlisini,” ifade ettiği belirtilmiştir.
5271 sayılı CMK’nun 139. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları ile Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin, 4. maddesinin (ç) bendi içeriği birlikte değerlendirildiğinde gizli soruşturmacının sadece 5271 sayılı CMK’nun 139. maddesinin yedinci fıkrasında belirtilen suçların, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmeleri şartıyla görevlendirilebileceği kabul edilmelidir. Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmeyen suçlar için gizli soruşturmacı görevlendirilemez.
Nitekim öğretideki hakim görüş de CMK’nun 139/7. maddesinde belirtilen suçların ancak bir örgüt faaliyeti kapsamında işlenmesi halinde gizli soruşturmacı kullanılabileceği yönündedir. (Necati Meran, İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Takibin Hukuki Boyutu, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, 2. Bası, s.362-364; Ersan Şen, Türk Hukuku’nda Telefon Dinleme-Gizli Soruşturmacı-X Muhbir, SeçkinYayınevi, Ankara, 2013, 6. Bası, s.236; Bahri Öztürk-Behiye Eker Kazancı-Sesim Soyer Güleç, Ceza Muhakemesi Hukukunda Koruma Tedbirleri, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2013, 1. Bası, s.244, Veli Özer Özbek, Türk Hukuku’nda Gizli Soruşturmacının Ceza Sorumluluğu, Ceza Hukuku ve Kriminoloji Dergisi, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, Cilt.2, Sayı.1-2, s.147-148)
Ancak kolluk görevlilerinin, CMK’nun 160 ve devamı maddeleri uyarınca Cumhuriyet savcısının emri doğrultusunda ve genel yetkileri ile görevleri kapsamında, suç ve failini belirlemek ve suçla ilgili delilleri toplamak amacıyla, alıcı rolüne girerek, suça azmettirmeden veya teşvik etmeden şüpheliden uyuşturucu madde satın alması mümkündür.
Bu durumlarda adli kolluk görevlisinin 5271 sayılı CMK’nun 139. maddesi uyarınca değil, 160 ve devamı maddeleri uyarınca görevlendirilmesi yeterlidir. (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku Ders Kitabı, 9. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, s.474,)
Gizli görevlinin işlenen veya işlenmek üzere olan suçu ortaya çıkartmak için şüphelilerle temas kurarak suçüstü yakalanmalarını sağlaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun bulunmuştur. (AİHM’nin Ludi/İsviçre, 15.06.1992 gün ve 12433/1986 sayılı kararı) Ancak görevlinin suç işlemeye niyeti olmayan kişileri suç işlemeye teşvik ve azmettirmesi AİHS’nin ihlali olarak kabul edilmiştir. (AİHM’nin Teixeira de Castro/Portekiz, 09.06.1998 gün ve 25829/94 sayılı kararı)
Somut olayda; sanık F.. Ç..’ya isnat olunan uyuşturucu madde ticareti suçunun “örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmemiş olması” nedeniyle, mahkemece 5271 sayılı CMK’nun 139. maddesi uyarınca “gizli soruşturmacı” görevlendirilmesine karar verilmesi isabetli olmayıp, alıcı rolüne girerek sanıktan uyuşturucu madde satın alan görevlilerin gizli soruşturmacı değil gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlileri olarak kabul edilmeleri gerekir. Bu görevlilerin ancak “suça azmettirmeden veya teşvik etmeden” elde ettikleri deliller hukuka uygun olacaktır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na hakim olan ilke gerçek içtimadır. Bunun sonucu olarak, “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda da; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır” şeklinde ifade edilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise, 5237 sayılı TCK’nun “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.
Zincirleme suç, 765 sayılı Kanunun 80. maddesinde; “Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlal edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır. Fakat bundan dolayı terettüp edecek ceza altıda birden yarıya kadar artırılır” şeklinde düzenlenmiştir. Buna karşın 5237 sayılı Kanunun 43. maddesinin ilk fıkrasında; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır” biçiminde zincirleme suç düzenlemesine yer verilmiş, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima kurumu hüküm altına alınmış, üçüncü fıkrasında ise; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, … ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz” düzenlemesi ile zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir.
5237 sayılı TCK’nun 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;
a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.
TCK’nun 43/1. maddesi düzenlemesinden anlaşılacağı üzere zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hallerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın, fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli bir miktarda arttırılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2. maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir” hükmü yer almakta olup, hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı sayan, bağımsız yargı denetimine açık olan devlettir. Yargı organları da yargılama yaparken hukuk devleti ilkelerine dolayısıyla anayasa ve kanunlara uygun olarak hareket etmelidirler.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde hüküm altına alınan “adil yargılanma hakkı” kişilerin hukuk devleti kuralları içinde yargılanmasını öngörür. Bu kurala aykırılık, işlemin adil olmasını engeller.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce verilen kararlarda; ajan veya polis memurlarınca, uyuşturucu madde ticareti yapma suçuna ilişkin olarak kişiyi suça azmettirme veya teşvik etme yoluyla elde edilen delillerin kullanılması “adil yargılama hakkının ihlali” olarak kabul edilmiştir. (AİHM’nin Burak Hun/Türkiye Davası, 15.12.2009 gün ve 17570/04 sayılı kararı ve Sepil/Türkiye Davası, 12.11.2013 gün ve 17711/07 sayılı kararı)
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Adli kolluk görevlilerince 26.04.2013 tarihinde sanıktan esrar satın alınmasından sonra 01.05.2013 tarihinde aynı görevlilerce sanıktan yeniden esrar satın alınmış, 23.09.2013 tarihinde evinde yapılan aramada da esrar ele geçirilmiştir.
Adli kolluk görevlilerinin amaçları, uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak değil, sanığın bulunduğu mahalde uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapan kişileri tespit ederek, bu suça ilişkin delilleri toplamak olup, sanıktan aldıkları esrarı devralma ve mal edinme iradeleri bulunmadığından, olayda gerçek bir alım satım sözkonusu olmayıp, gerçekleştirilen eylem sanığın suçunu delillendirme işlemidir.
Kolluk görevlilerince, öncelikle suç işlenmesinin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması, suç işlenmesinden sonra ise işlenmiş olan suçun tespit edilerek, bu konudaki delillerin toplanması ve suç işlediği belirlenen kişinin başka bir suç işlemeye yönlendirilmeden yakalanıp adalet önüne çıkarılması gerekirken, şüphelinin ceza sorumluluğunu arttıracak şekilde davranışlarda bulunmaları halinde gerek Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2. maddesinde düzenlenen “hukuk devleti” ilkesi, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde hüküm altına alınan “adil yargılanma” hakkı ihlal edilmiş olacaktır.
Adli kolluk görevlilerince şüphelinin suç ortağı ya da ortaklarının olup olmadığı veya başka bir yerde gizlediği uyuşturucu veya uyarıcı madde bulunup bulunmadığını tespit etmek gibi nedenlerle, şüphelinin ilk alımdan sonra yakalanmayarak görevlilerce birden fazla alım yapılması durumunda da, esasen tek bir alım olayı ile şüphelinin satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma suçu ve suçunun delilleri ortaya çıktığından, şüphelinin sonraki alımlara konu uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi önceki alımlardan sonra temin ettiğine ilişkin delil bulunmadığı ahvalde, satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmanın temadi ettiği kabul edilip, hareketin en ağırına göre ceza verilecek, birden fazla alım olduğundan bahisle TCK’nun 43. maddesi gereğince zincirleme suç hükümleri uygulanmayacaktır.
Adli kolluk görevlilerince, 26.04.2013 tarihinde sanıktan esrar alınması üzerine, sanığın “satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma” suçu ve bu suça ilişkin deliller tamamen ortaya çıkmıştır. Adli kolluk görevlilerinin ikinci kez aldıkları esrar ile sanığın evinde ele geçirdikleri esrarı, sanığın ilk satıştan sonra temin ettiğine ilişkin bir delil de bulunmamaktadır. Olayda adli kolluk görevlileri ile sanık arasında gerçek anlamda bir alım satım sözkonusu olmadığından ve adli kolluk görevlilerince sanıktan yapılan ilk alımla sanığın “satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma” suçuna ilişkin olarak delillendirme işlemi yapıldığından, sanıktan yapılan sonraki alım ile evinde ele geçirilen esrarın TCK’nun 43. maddesi kapsamında ayrı suç oluşturduğunun kabulü mümkün değildir.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun 28.04.2015 gün ve 848-136 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün, uyuşturucu madde ticareti suçundan sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanma şartları bulunmadığının gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
İtirazın değişik gerekçeyle kabulü yönünde oy kullanan Genel Kurul Üyesi M.M.Kaya; “CMK’nun 139. maddesi gizli soruşturmacı için düzenlenmiştir. Bu maddenin 1. fıkrasında gizli soruşturmacının ne şekilde görevlendirileceğini, 4 ve 5. fıkraları ise görevinin ne olduğunu belirtmektedir. 7. fıkrası ise hangi suçlardan dolayı gizli soruşturmacının görevlendirilebileceğini maddelerle sıralamış, uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti de bu maddeler arasında gösterilmiştir.
CMK’nun 139. maddenin 4. fıkrası aynen şöyledir. ‘Gizli soruşturmacı, faaliyetlerini izlemekle görevlendirildiği örgüte ilişkin her türlü araştırmada bulunmak ve bu örgütün faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili delilleri toplamakla yükümlüdür.’ Burada soruşturmacının iki adet görevi bulunmaktadır. Birincisi örgüte ilişkin araştırmada bulunmak, ikincisi ise yine örgütün faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili delilleri toplamaktır. Yapacağı tüm işlerin örgüt ile ilgili olması gerekmektedir. Bu durum karşısında yerel mahkeme kararının üç açıdan değerlendirilmesi gerekmektedir.
1-Bu dosyada yargılanan sanık Funda’nın örgütle bir ilişkisi bulunmadığı halde gizli soruşturmacının, örgütle alakası olmayan bu sanık Funda yönünden görevlendirilmesinin mümkün olup olmadığı hususunu tartışmamız gerekmektedir.
Gizli soruşturmacının görevinin ne olduğu ve görev yaparken ne tip faaliyetlerde bulunacağı kanunla düzenlenmiştir. CMK’nun 139. maddesinin 4. fıkrası gereğince, gizli soruşturmacının görevi, örgütle ilgili araştırmada bulunmak ve örgütün faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili delilleri toplamaktır. Yasa koyucu gizli soruşturmacının tüm görevinin örgütle alakalı olduğunu, örgüt dışındaki kişilerle ilgili hiç bir görevinin bulunmadığını yasa ile düzenlemiştir.
Bu dosyada örgüt diye bir konu söz konusu değildir. TCK’nun 220. maddesinin 1. fıkrasında örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekmektedir. Dosyada ise sanık Funda yargılanmaktadır. Yargılanan sanıkların CMK’nun 139/7. maddesi gereğince sadece uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapmış olmaları, kendilerine gizli soruşturmacı atanması için yeterli değildir. Ayrıca uyuşturucu ticareti yapan en az üç üyesi bulunan bir örgütün de ortada mevcut bulunması gerekmektedir. Bu olayda organize bir örgüt söz konusu olmadığından gizli soruşturmacının atanması da yasaya aykırıdır.
Prof. Dr. Cumhur Şahin Ceza Muhakemesi Hukuku kitabının 278. sayfasında ‘CMK’nun 139. maddesi oldukça sınırlı sayıda suç bakımından gizli soruşturmacı görevlendirilmesini kabul etmiş bulunmaktadır. Aynı maddenin 7. fıkrasındaki katalogda yer alan bazı suçlar bakımından, suçun örgütlü olma şartının aranmadığı gibi bir izlenim doğabilirse de, bu doğru değildir. Çünkü 139. maddenin dördüncü ve beşinci fıkralarında, gizli soruşturmacının örgütün faaliyetlerini izlemekle birlikte değerlendirdiğimizde, ancak bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla sınırlı olarak gizli soruşturmacı görevlendirilebileceği sonucu ortaya çıkmaktadır.’ şeklinde görüşünü ortaya koymuştur.
Prof. Dr. Ersan Şen’in görüşü de bu doğrultudadır.
139. maddenin içeriğinden anlaşıldığı gibi bu gizli soruşturmacının, örgüt olmayan basit olaylarda uygulanması mümkün değildir.
2- Görevli olan ve ismini bilmediğimiz gizli soruşturmacının, uyuşturucu alıcısıymış gibi, olaydan habersiz olan sanık Funda’ya yaklaşıp, alıcı sanık sıfatıyla, sanık Funda’yı uyuşturucu maddeyi satışa teşvik ederek, kendisi de eyleme müşterek fail olarak, bilfiil katılıp eylemi gerçekleştirdikten sonra, alıcı sanığa suç isnat edip, cezalandırılmasını sağlamaya yetkisinin bulunup bulunmadığı sorunudur.
Olayımızda gizli soruşturmacı, sanık Funda’dan uyuşturucu satın almak istediğini söylemekle, sanığı suça teşvik etmektedir. Oysa gizli soruşturmacının bu şekilde görev yapması yasayla engellenmiştir.
Yasama organı 5271 sayılı Kanunu meclisten geçirirken CMK’nun 139. maddesinin hükümet tasarısının komisyon gerekçesi aynen şöyledir;
‘Kışkırtıcı ajan kullanılmasının hukuk devleti ilkesi bakımından büyük sorunlar yaratması karşısında, batı ülkelerinde giderek artan ve buna paralel olarak da toplum hayatında tamiri kabil olmayan yaralar açan, suç organize suçlulukla mücadelede, gizli soruşturma yapan bir görevliden yararlanma düşüncesi ortaya çıkmıştır. Gizli soruşturmacı, kışkırtıcı ajan değildir. Bunun kışkırtıcı ajandan en önemli farkı, gizli soruşturmacının hiç bir zaman azmettiren durumunda bulunmamasıdır.’
‘Gizli soruşturmacı, görevi sırasında suç işlemeyecektir.’ Bu cümleler 139. maddenin gerekçesidir.
Kanun koyucu, 139. maddenin gerekçe bölümünü bu şekilde açıkladığı gibi, gizli soruşturmacının, uygulamada, sanıkları suça teşvik eden, azmettiren veya suça iten kışkırtıcı bir ajan durumunda olmaması gerektiğini belirtmektedir.
Bu olayda gizli soruşturmacı, kanun maddesine aykırı olarak, sanığın evine kadar gidip, uyuşturucuyu satın almak istediğini bildirip, eyleme iştirak ederek, uyuşturucu malı istemiştir. Soruşturmacının bu talebi olmasaydı, sanığın uyuşturucu maddeyi, gizli soruşturmacıya götürüp satma düşüncesi, sanığın aklından ve fikrinden bile geçmeyecekti.
Gizli soruşturmacı olmasaydı, eylemin gerçekleşmesi mümkün değildi. Bu durumda gizli soruşturmacının olayımızda sanık Funda’yı bilfiil suça teşvik eden, bir kışkırtıcı ajan olduğu net ortadadır. Bu nedenle bu uygulama, kanuna aykırı bulunduğundan, sanık Funda yönünden hükmün bozulması gerekmektedir. Aksi takdirde insanların hak ve hürriyetlerinin güvenliği, demokratik hukuk devletinin varlığı tartışılır bir hale gelir.
3-Mevcut kanun ve yönetmeliklere göre gizli soruşturmacının suçun işlenmesine yardım edip edemeyeceği sorunudur.
139. maddenin 5. fıkrası aynen şöyledir. ‘Soruşturmacı görevini yerine getirirken suç işleyemez ve görevlendirildiği örgütün işlemekte olduğu suçlardan sorumlu tutulamaz.’
Gizli soruşturmacı, görevini ifa ettiği sırada suç oluşturan herhangi bir eylemi gerçekleştirmeye veya yardım etmeye yetkisi yoktur. Soruşturmacı bir suç işlemeyecek, sadece örgütün işlediği suçlardan dolayı soruşturmacı sorumlu tutulmayacaktır. Soruşturmacı, örgütün faaliyetlerini izleyecek, örgüte ilişkin her türlü araştırmada bulunacak ve o örgütün faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili delilleri toplayacaktır.
Ceza Muhakemesi Kanununda öngörülen telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi, gizli soruşturmacı ve teknik araçlarla izleme tedbirlerinin uygulanmasına ilişkin yönetmeliğin 27. maddesinde gizli soruşturmacının yetki ve sorumlulukları kanunda belirtildiği gibidir.
Olayımızda kurulmuş bir örgüt söz konusu değildir. Ortada iki sanık mevcuttur. Örgütle alakası olmayan sanıkların peşine, devletin bir gizli soruşturmacı takması mümkün değildir.
Gizli soruşturmacı TCK’nun 188/3. fıkrası gereğince uyuşturucu ve uyarıcı maddeyi sanık Funda’dan satın almıştır. Sanığın işlediği suçun aynısını gizli soruşturmacıda işlemiştir. Çünkü gizli soruşturmacı uyuşturucu maddeyi satın almıştır. Onun suçu da TCK’nun 118/3. fıkrası gereğince 5 yıl hapis cezasını gerektirmektedir. Aynı suçu işleyen gizli soruşturmacıyı nasıl cezalandıramıyorsak, yasaya aykırı olarak, gizli soruşturmacı tarafından, ele geçen delillere dayanarak sanığı da cezalandırmamız mümkün değildir.
CMK’nun 139/5. maddesi aynen şöyledir. ‘Gizli soruşturmacı görevini yerine getirirken suç işleyemez ve görevlendirildiği örgütün işlemekte olduğu suçlardan sorumlu tutulamaz.’ denmektedir. Bu olayda örgütün işlediği bir suç olsa idi soruşturmacının cezalandırılması mümkün değildi. Ancak bu suç örgütün işlediği bir suç değil, soruşturmacının kendiliğinden gerçekleştirdiği bir eylemdir. Kanun koyucu soruşturmacının, kendi arzusu ile suç işlemesine izin vermiş değildir. Devlet organları bile soruşturmacıyı suç işlemeye yönlendiremez. Olayımızdaki uyuşturucu maddeyi satın alarak, başkasını cezalandırmaya da yetkisi yoktur. Suç ile mücadele ederken, ikinci bir suç işlemeyi gerektirmez.
Tüm bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi tek bir sanık veya şüpheli hakkında işlediği bir suçtan dolayı, gizli soruşturmacının görevlendirilmesi mümkün değildir. Sadece örgütler için gizli soruşturmacı görevlendirilebilir. Bir iki şüpheli veya sanığın işlediği suçlardan dolayı, sanık, teknik araçla izlenebilir, ses ve görüntü kaydı alınabilir. Aynı bu şartlarla telekomünikasyon yolu ile iletişimi tespit edilebilir. Sanık dinlenebilir. Ancak gizli soruşturmacının görevlendirilmesi kanunen mümkün değildir. Artık Ceza Muhakemesi Kanunu değişmiştir. Eski kışkırtıcı ajan uygulamasını terk etmemiz gerekmektedir.
Anayasanın 38. maddesi aynen şöyledir. ‘Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak kabul edilemez’ bu olayda tüm bulgular kanuna aykırı olarak elde edildiğinden Anayasanın 38. maddesi gereğince bu delillerin hükme esas alınamayacağı anlaşılmakla hükmün usul ve esastan bozulması gerektiği görüşünde bulunduğumdan çoğunluk görüşüne katılmamaktayım” şeklinde farklı görüş bildirmiştir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 17.11.2014 gün ve 3746-12754 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 23.12.2013 gün ve 358-430 sayılı mahkûmiyet hükmünün, uyuşturucu madde ticareti suçundan sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanma şartları bulunmadığının gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 30.06.2015 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

);