Av. Ünal Göktürk

Bakırköy Hukuk Bürosu

Her ne kadar yasada ıslah için 1 haftalık süre öngörülmüş ise de, mahkemenin bu süreden farklı bir süre tayin etmesinde bir problem görülmemiştir.

Hukuk Genel Kurulu         2015/3666 E.  ,  2018/244 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi


Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul 1. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.12.2012 gün ve 2010/222 E.-2012/1142 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalılardan … vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 16.06.2014 gün ve 2014/6504 E.- 2014/13552 K. sayılı kararı ile;
“…1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki temyiz itirazlarının reddine.
2-Davacı, davalıya ait misafirhanede taşeron elemanı olarak çalıştığı ve kat görevlisi olduğu, iş akdinin işveren tarafından haksız olarak feshedildiğinden bahisle, kıdem ve ihbar tazminatı ile bir kısım işçilik alacaklarının ödetilmesini istemiştir.
Davalı, davacının kendi işçisi olmadığını, iş akdinin kendisince davanın husumetten reddi gerektiğini savunarak, davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece, davalı tarafından haklı feshin ispat edilemediği gerekçesiyle davacı tarafından yapılan ıslah da dikkate alınarak davanın, kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davacı tarafından yapılan ıslahın, süresinde olup olmadığı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
6100 sayılı HMK’nun 176 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan ıslah müessesesi, mahkemeye yöneltilmesi gereken tek taraflı ve açık bir irade beyanı ile tarafların dilekçelerinde belirttikleri vakıaları, dava konusunu veya talep sonucunu değiştirebilmesi imkânını sağlamaktadır. İki taraf da duruşmada hazır iseler ıslah sözlü olarak yapılabilir. Usule ilişkin işlemlerin tamamen ya da kısmen ıslahı mümkündür. Ancak, her iki durumda da usulüne uygun açılmış bir davanın bulunması şarttır. Başka bir anlatımla ıslah, açılmış bir davada taraflarca yapılmış usule ilişkin işlemlere yönelik olarak yapılmalıdır. Bu bağlamda, yargılaması devam eden bir dava içinde ıslah ile ikinci bir talepte bulunma olanağı bulunmamaktadır. Davacı isterse dava dilekçesini tamamen ıslah ederek dava konusunu değiştirebilirse de, yeni dava konusu önceki dava konusunun yerine geçer ve yine tek bir dava söz konusu olur. Ancak, davacının peşin harç yanında başvuru harcını da yatırarak yeni bir talep de bulunması hallerinde ise bir ek dava olarak nitelendirilme hali olayımız dışındadır.
Somut olayda davacı vekili, bilirkişi raporunun dosyaya sunulmasında sonra 20.9.2012 tarihli celsede davasını ıslah etmek üzere mahkemeden talepte bulunmuş, mahkemece kendisine duruşmadan 5 gün öncesine kadar süre verilmiştir. HMK 181. maddesinde kısmi ıslah için, bir haftalık süre verileceği ve süresi içinde yapılmaması durumunda ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edileceği açıkça hükme bağlanmıştır. Davacı, kendisine verilen süre içinde ancak yasal bir haftalık süre geçtikten sonra 2.10.2012 tarihinde davasını ıslah etmiş ve harcını da aynı gün yatırmış, mahkemece de ıslah edilen değerler üzerinden hüküm kurulmuştur. Ne var ki süresinde yapılmayan ıslaha değer verilerek hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır…”
gerekçesiyle oy çokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin davalılardan …Tekstil İşl. Hiz. İhr. İth. San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin işçisi olarak diğer davalıya ait iş yerinde çalıştığını, iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin, yol parası, aylık ücret, fazla çalışma, ulusal bayram ve genel tatil çalışma ücretlerinin davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili, davalılar arasındaki sözleşmenin bir yıl süreli olarak yapıldığını, sözleşme süresinin sona ermesi ile davalı şirketin işçisi olarak çalışan davacının iş sözleşmesinin de sona erdiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı … Tekstil İşl. Hiz. İhr. İth. San. ve Tic. Ltd. Şti. davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, davalılar arasında asıl-alt işveren ilişkisi bulunduğu, iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğine dair delil sunulmadığından davacının kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazandığı, fazla çalışma yapıp ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığı, son aya ait ücret ve yol parası alacakları ile yıllık izin ücretinin de ödenmesi gerektiği gerekçesi ile davalı … hakkındaki davanın kısmen kabulüne, davacı vekilince geri alındığı beyan edildiğinden diğer davalı şirket yönünden dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Hükmün davalı … vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan nedenle bozulmuştur.
Mahkemece karşı oy yazısında dile getirilen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nın 181’inci maddesinde belirtilen sürenin kesin süre niteliğinde olup artırılıp eksiltilemeyeceği ancak hâkim tarafından bu sürenin kesin süre olduğu belirtilip sonuçlarının hatırlatılması gerektiği, 20/09/2012 tarihli celsede bu hükme uygun kesin süre verilmediği, kaldı ki bu konuda davalı tarafından itirazda bulunulmayıp temyiz konusu da yapılmadığı, usul ekonomisi ve kesin sürenin sonuçlarının hatırlatılmaması göz önüne alındığında yapılan ıslah işleminin usulüne uygun yapıldığı gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacı vekilinin mahkemece verilen süre içinde ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 181’inci maddesinde öngörülen 1 haftalık süre geçtikten sonra yaptığı ıslahın usulüne uygun bir ıslah olup olmadığı, mahkemece verilen süre içinde ıslah yapılmamasının sonuçlarının hatırlatılmaması ve davalı tarafın ıslaha itiraz etmeyip, temyiz konusu da yapmamış olması karşısında bu hususun resen bozma nedeni yapılıp yapılamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, mahkemenin bozma kararı öncesi kararında fazla çalışma, ulusal bayram ve genel tatil çalışma ücretlerinin en yüksek banka mevduat faizi ile tahsiline karar verdiği hâlde, direnme kararında bu iki alacağa yasal faiz işletildiği ve bu yöne ilişkin açık temyiz olmadığı dikkate alındığında, usulüne uygun direnme kararı bulunup bulunmadığı ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmede ilk kararda fazla çalışma, ulusal bayram ve genel tatil çalışma ücretlerine işletilen faizin en yüksek banka mevduat faizi olduğu, direnme kararında bu iki alacağı yasal faiz işletildiği, bu durumun davalının lehine olduğu, “usuli kazanılmış hak” ve “aleyhe bozma yasağı” ilkeleri dikkate alındığında kararın davalı aleyhine bozulması mümkün olmadığından ön sorun bulunmadığı ikinci görüşmede oy birliği ile kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
Uyuşmazlığın açıklanan niteliğine göre “ıslah” müessesi ile “hak arama özgürlüğü” kavramı üzerinde kısaca durmakta fayda vardır.
Öncelikle ifade edilmelidir ki, ıslah tarihinin 02.10.2012 olması nedeni ile 6100 sayılı HMK’nın ıslaha dair hükümleri dikkate alınacaktır.
6100 sayılı HMK’nın 176’ıncı maddesine göre;
“(1) Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir.
(2) Aynı davada, taraflar ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilir.”
Madde metninden anlaşılacağı üzere ıslah kısmen ya da tamamen yapılabilir.
Kanunun 180’inci maddesi uyarınca davasını tamamen ıslah ettiğini bildiren taraf, bu bildirimden itibaren bir hafta içinde yeni bir dava dilekçesi vermek zorundadır. Aksi hâlde, ıslah hakkı kullanılmış sayılır ve ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir.
Davanın tamamen ıslah edilmesi hâlinde, dava dilekçesi dâhil yapılmış olan bütün usul işlemleri yapılmamış sayılır. Bunun doğal sonucu olarak, dava dilekçesinde yer alan ilk talep içeriği değil, ıslah yoluyla açıklanan talep içeriği nazara alınarak araştırma ve inceleme yapılması ve mahkemece verilecek hükümde de ıslahla ileri sürülen istemin karşılanması gerekir (HGK, 29.06.2011 gün ve 2011/1-364 E., 453 K.).
Davanın kısmen ıslahında ise; davada yapılmış olan belli bir usul işlemi ıslah edilir (düzeltilir) ve bundan sonraki usul işlemlerinin (ıslah edilen usul işlemi ile ilgili oldukları ölçüde) yapılmamış sayılması sağlanır (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, C: IV, İstanbul 2006 s. 4014). Davacının talep sonucunu (müddeabihi) arttırması, talep sonucunu terditli dava haline dönüştürmesi ve talep sonucunun daraltılması gibi işlemler kısmen ıslaha örnek olarak sayılabilecek usule ilişkin işlemlerdir.
Kısmen ıslah, 6100 sayılı HMK’nın 181’inci maddesinde;
“(1) Kısmen ıslaha başvuran tarafa, ıslah ettiği usul işlemini yapması için bir haftalık süre verilir. Bu süre içinde ıslah edilen işlem yapılmazsa, ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Görüldüğü üzere ıslah, davacı veya davalının, iddianın ve savunmanın değiştirilmesi yasağı kapsamındaki usul işlemlerini, karşı tarafın iznine ve hâkimin onayına bağlı olmaksızın belli kurallar çerçevesinde bir defaya mahsus olmak üzere düzeltmesini sağlayan bir usul hukuku kurumudur.
2709 sayılı T.C. Anayasası’nın 36’ncı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak sureti ile yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
Yine Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40’ıncı maddesi uyarınca;
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.”
Maddeye 03.10.2001 tarihli 4709 sayılı Kanunun 16’ncı maddesi ile eklenen ikinci fıkra uyarınca, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilerine başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” düzenlemesi getirilmiştir.
Bu bağlamda anılan madde hükmüyle hak arama özgürlüğü Anayasal bir kurum olarak, diğer temel haklar gibi düzenlenmiş ve Anayasa güvencesine bağlanmış, Anayasa’da kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.
Vatandaşlara hak arama özgürlüğü konusunda anayasal bir hak tanınırken, devlete de, onların bu haktan yararlanmayı sağlayacak şartları hazırlama görevi yüklenmiştir. Devlet için öngörülen bu zorunluluk ilgilinin anayasal haklar içinde yer alan hak arama özgürlüğünün yaşama geçirilmesini sağlayacaktır.
Bu anayasal görevin yerine getirilmesi için getirilen yasal düzenlemeler ve kurulan kurumların görevleri de bu bilinçle değerlendirilmelidir.
Bu kapsamda anayasal teminat altına alınmış hak arama özgürlüğünden bahsedebilmek için, devletin işlemlerinde işleme karşı başvuru yollarını ve süresini açıkça, ilgililerde kuşku ve tereddüt uyandırmayacak şekilde göstermesi gerekir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi 20.01.2016 gün ve 2013/7114 Başvuru numaralı kararında “…Yukarıda açıklanan mevzuat hükümleri çerçevesinde izah edildiği gibi davaya iş mahkemesi sıfatı ile bakan Asliye Hukuk Mahkemesinin, kararında bu sıfatı kullanmadığı gibi kanun yolu ve süresini de doğru bir şekilde belirtmediği; mahkemenin kısa kararını, usul hükümlerine uygun olarak tefhim etmediği; ayrıca gerekçesiz verilen kısa kararda, temyiz süresinin gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren başlaması gerektiğine ilişkin Kanun hükmü ve mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü göz önüne alındığında, temyiz süresini tefhimden başlatarak dilekçenin reddine karar veren HGK’nın değerlendirmesinin, mevzuat hükümleri çerçevesinde ve öngörülebilirlik sınırları içerisinde olduğunun kabul edilemeyeceği; yapılan yorumun, başvurucuların temyiz hakkını kullanmalarını imkânsız kılacak ölçüde ve kanun hükümlerine olağanın dışında bir anlam vermek suretiyle elde edildiği; bu açıdan kararın, başvurucuların mahkemeye erişim hakkının özünü zedelediği sonucuna varılmıştır.” şeklindeki tespiti ile başvurucuların Anayasa’nın 36’ncı maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Yukarıdaki açıklamaların ışığında somut olayın değerlendirilmesine gelince; davacı vekili, müvekkilinin iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları ile diğer işçilik alacaklarının asıl işveren-alt işveren ilişkisi içinde bulunan davalılardan tahsilini talep etmiştir.
Mahkemece, dava konusu edilen işçilik alacaklarının miktarının tespiti ile ilgili bilirkişi hesap raporu alınmıştır.
Davacı vekili bilirkişi raporunun dosyaya sunulmasından sonra 20.09.2012 tarihli duruşmada rapora bir itirazının olmadığını, ıslah için süre talep ettiğini belirtmiştir.
Bunun üzerine mahkemece aynı tarihli duruşmada;
“1-Davacı vekiline dava dilekçesini ıslah etmesi harçlandırması ve karşı yana tebliğ ettirmesi hususunda duruşma gününden 5 gün öncesine kadar kesin süre verilmesine,
2- Davalı vekilinin rapora karşı itirazlarının davacı vekilinin ıslah dilekçesini sunduktan sonra karar verilmesine,
Duruşmanın bu nedenle 26/12/2012 günü saat 10.00’a bırakılmasına karar verildi.” şeklinde oluşturulan ara kararı ile davacı vekiline ıslah yapmak üzere bir sonraki duruşma günü olan 26.12.2012 tarihinden beş gün öncesine kadar süre vermiştir.
Bu ara kararı gereği davacı vekili, 02.10.2012 harç ve havale tarihli ıslah dilekçesi ile dava konusu ettiği alacakların miktarını bilirkişi raporu doğrultusunda arttırmıştır. Islah dilekçesi davalı … vekiline 12.10.2012 tarihinde tebliğ edilmiş; davalı vekili 23.10.2012 havale tarihli dilekçesi ile ıslaha karşı itirazlarını sunmuştur.
Mahkeme, verilen süre içinde yapılan ıslaha değer vererek alacakları ıslah edilmiş şekli ile hüküm altına almıştır.
Bu hâlde, davacı vekili mahkemece kendisine verilen süre içinde kısmen ıslaha başvurup harcını yatırdıktan sonra ıslah dilekçesinin karşı tarafa tebliğini de sağladığına göre, artık bu şekilde mahkeme ara kararına uygun biçimde gerçekleştirilen ıslaha değer verilmesi gerekir.
Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı onanmalıdır.
SONUÇ: Davalı … vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 21.02.2018 gününde ikinci görüşmede oy birliği ile karar verildi.

);