Yargıtay Hukuk Genel Kurul Kararı

Takipten önce tapuya ihtiyati haciz şerhi konulması bir icra işlemi olmayıp bu sebeple zamanaşımını kesmez.

Takipten önce tapuya ihtiyati haciz şerhi konulması bir icra işlemi olmayıp bu sebeple zamanaşımını kesmez.

Hukuk Genel Kurulu         2013/21-1791 E.  ,  2013/1676 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : Trabzon 2. İş Mahkemesi
TARİHİ : 19/02/2013
NUMARASI : 2013/248-2013/248

Taraflar arasındaki “iş kazası nedeniyle tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sırasında; Trabzon İş Mahkemesince “ihtiyati tedbir isteminin reddine” dair verilen 19.02.2013 gün ve 2013/248 E., 2013/248 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 06.06.2013 gün ve 2013/8837-12092 sayılı ilamı ile;
(Dava, iş kazası sonucu sürekli iş göremez hale gelen davacının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkin olup ayrıca davalıların taşınır ve taşınmaz malları ile üçüncü kişilerdeki hak ve alacakları üzerine ihtiyati tedbir konulması talep edilmiştir.
Mahkemece, ihtiyati tedbir talebinin reddine karar verilmiştir.
Gerek ihtiyati tedbir gerekse de ihtiyati haciz hukukumuzda geçici hukuki korumalar olarak düzenlenmiştir.
İhtiyati tedbir 1086 sayılı HMUK’ nun 101 vd. maddelerinde hüküm altına alınmış iken yeni HMK’ da 389 vd. maddelerinde düzenlenmiştir.
HMK’ nun 389. maddesinde ” Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkansız hale geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hallerinde uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir.
Birinci fıkra hükmü niteliğine uygun düştüğü ölçüde çekişmesiz yargı işlerinde de uygulanır” hükmü düzenlenmekle ihtiyati tedbir açıklanmıştır.
Bir başka geçici hukuki koruma kurumu olan ihtiyati haciz ise İİK’nun 257 vd. maddelerinde düzenlenmiştir.
İİK’nun 257. maddesinde “Rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısı, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır ve taşınmaz mallarını ve alacaklarıyla diğer haklarını ihtiyaten haczettirebilir.
Vadesi gelmemiş borçtan dolayı yalnız aşağıdaki hallerde ihtiyati haciz istenebilir.
1-Borçlunun muayyen yerleşim yeri yoksa;
2-Borçlu taahhütlerinden kurtulmak maksadıyla mallarını gizlemeye, kaçırmaya veya kendisi kaçmaya hazırlanır yahut kaçar ya da bu maksatla alacaklının haklarını ihlal eden hileli işlemlerde bulunursa;
Bu suretle ihtiyati haciz konulursa borç yalnız borçlu hakkında muacceliyet kesbeder.
Gemi alacaklıları, donatanın yalnız mahdut aynı surette mesul olduğu hallerde, ancak mesuliyete mevzu teşkil eden mal ve haklara ihtiyati haciz koydurabilirler. Donatanın aynı zamanda şahsen mesul olduğu haller bundan müstesnadır. Şu kadar ki, donatanın şahsi mesuliyeti bir miktar ile mahdut ise gemi alacaklıları ancak bu miktar için donatanın diğer mallarını haczettirebilirler.
Yük alacaklıları hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü kıyas yoluyla tatbik olunur” hükmü düzenlenmiştir.
İİK’nun 258. maddesinde ise ihtiyati hacizde yetki ve kanun yolu düzenlemiştir. Anılan maddeye göre “ihtiyati hacze 50. maddeye göre yetkili mahkeme tarafından karar verilir. Alacaklı alacağı ve icabında haciz sebepleri hakkında mahkemeye kanaat getirecek deliller göstermeye mecburdur.
Mahkeme iki tarafı dinleyip dinlememekte serbesttir.
İhtiyati haciz talebin reddi halinde alacaklı kanun yoluna başvurabilir” (ek: 4949 S.K.M.60)
İİK’nun 259 maddesinde de teminat hususu düzenlenmiştir. Madde de “ İhtiyati haciz isteyen alacaklı hacizde haksız çıktığı takdirde borçlunun ve üçüncü şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan mesul ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 96. maddesinde yazılı teminatı vermeye mecburdur.
Ancak alacak bir ilama müstenid ise teminat aranmaz.
Alacak ilam mahiyetinde bir vesikaya müstenid ise mahkeme teminata lüzum olup olmadığını takdir eder.
Tazminat davası ihtiyati haczi koyan mahkemede dahi görülür.” hükmü yer almaktadır.
İhtiyati haciz ve ihtiyati tedbirin geçici hukuki koruma tedbirleri olduğu madde gerekçelerinde de açıklanmıştır.
”İhtiyati haciz borçlunun alacaklısından mal kaçırması ihtimaline karşı en etkili tedbirdir. Eldeki kanun muaccel alacaktan dolayı da borçlunun bir malına karşı bu tedbire müracaat edebilmesini, borçlunun muayyen ikametgâhı olmamasının yahut Türkiye’de ikamet etmemesinin bir de takipten kaçmak veya malını gizlemek gibi kötü niyetin zahiri delilleri olan hallerin anlaşılması yolunda bazı şartlara bağlı tutmaktadır. Hâlbuki haczi kabil malı, yani kudreti olduğu halde, vadesi gelmiş borcunu ödemeyen kimse iyiniyetinden şüphe olunmasına hak vermiş ve ihtiyati haciz muamelesine müstehak olmuş sayılabilir. Alacağı, mahkemeye oldukça kanaat verecek bir vesikaya bağlı olan alacaklıyı iyiniyetinden şüphe caiz olan borçlusuna karşı, eskiden olduğu gibi mal kaçırmaya meydan vermeyecek bir tedbiri mahkemeden istemek yetkisi ile teçhiz etmek icabeder. Alacaklının elindeki belge kesinleşmiş bir ilam bile olsa, bazı hallerde icrai hacizden evvel ihtiyati haciz kararı almayı tercih etmesine ihtiyaç hasıl oluyor ve belge bu mahiyette olunca, borçlunun her hangi bir suretle borçtan kurtulmuş olması gibi zayıf ihtimale mebni alacaklıdan teminat aramak bize zait görünür. Yalnız ilam henüz kesinleşmemiş ise yahut alacaklının elindeki belge, sahteliği veya cebir, hile gibi rızayı ortadan kaldıran hallerden birine müstenit olduğunu iddia edilebilmek ve mukabilindeki ödemelerin adi makbuzlarla vukuu ihtimalden uzak ve adeta muhalif sayılmamak itibariyle, ilam kuvvetini tamamıyla haiz olmayan resmi senetlerden ise haciz isteyenlerden teminat aramak lazım gelip gelmediğinin takdirini mahkemeye bırakmak uygun olur. Bunlar haricinde bir belgeye dayanarak haciz isteyen alacaklının, şayet takip veya dava neticesinde haksız çıkarsa aleyhine ihtiyati haciz kararı verilen kimsenin bu yüzden uğrayacağı zarar ve ziyana karşı geçerli teminat göstermesi gerekliliği söz götürmez. Haciz isteyenin gerçekten muaccel bir alacağı bulunduğuna mahkemede oldukça kuvvetli bir kanaat hasıl olması yeterli bir şart olduğundan, mahkemenin iki tarafı dinleyip dinlememekte serbest bırakılması uygundur. Mahkemenin bu serbestlik hakkını alacaklı tarafından arz edilen delillerin mahiyetine ve halin icabına göre kullanılması lazım geleceğini söylemeye hacet yoktur”(İİK’ nun 257. Madde Gerekçesi)
Bu açıklamalara göre ihtiyatı haciz “Alacaklının, bir para alacağının zamanında ödenmesini güvence (garanti) altına almak için, mahkeme kararı ile, borçlunun mallarına önceden geçici olarak el konulması”dır.
İhtiyati haczin hukuki niteliği gerek doktrin ve gerekse uygulamada tartışma konusudur.
Yabancı doktrinde ihtiyati haczin; zamanından evvel yapılan peşin bir icra, bir muhafaza tedbiri, bir nevi ihtiyati haciz, yardımcı ve feri bir muhafaza tedbiri, cebri bir teminat, geçici bir emniyet tedbiri, geçici haciz olduğu belirtilmektedir. Yerli doktrinde de ihtiyati haczin; muhafaza ve emniyet tedbiri, ihtiyati tedbirin özel bir nevi, koruma tedbiri, teminat tedbiri olduğu ifade edilmektedir. (Talih Uyar-İcra Hukukunda Haciz. Şubat 1983)
Yargıtay ise içtihatlarında ihtiyati haczin geçici bir haciz, dava veya icra takiplerine takaddüm eden emniyet tedbiri olduğunu belirterek, ihtiyati haczi bir icra takip işlemi olarak görmemektedir.
İhtiyati haciz kararı bir icra işlemi olmadığından ve TTK’ nun 730. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken aynı Yasanın 662. maddesinde yazılı zamanaşımını kesen sebepler arasında sayılmadığından, zamanaşımını kesmez. Kaldı ki alındığı iddia edilen ihtiyati haciz kararının uygulandığı da kanıtlanmış değildir.( Y.12.HD.16.10.2003-E-16222/K-20171)
Takipten önce tapuya ihtiyati haciz şerhi konulması bir icra işlemi değildir. Bu nedenle zamanaşımını kesmez. (Y.12.HD-21.09.2000-E-11527/K-13244)
İhtiyati haczin; icrai hacze dönüşünceye kadar alacaklının borçludaki alacağının ödenmesini tehlikeye düşürmeden sağlayan bir tedbir niteliğinde olduğu dikkate alınarak, mahkemece, davacının ihtiyati haciz isteminde bulunduğu miktarın sadece yasada belirtilen ihtiyati haciz istemi koşulları yönünden değerlendirilmesi gerekir. (Y.11.HD.04.11.2004.E-12561/K-10833)
İhtiyati haciz kararı geçici bir tedbirdir. Bu nedenle ihtiyati tedbir kararı ihtiyati hacze bir etkisi olmaz. Ancak, bu tedbir kararı ihtiyati haczi de etkileyecek biçimde tavzih edilmişse, bu mahkeme kararı uygulanarak, şikayetin kabulüyle haciz ve muhafaza işlemlerinin iptaline karar vermek gerekir.( Y.12.HD. 12.07.2005.E-12108/K-15401)
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için ihtiyati haciz ile ihtiyati tedbir arasında ki farklara da değinmek gerekmektedir.
Amaç bakımından ihtiyati tedbir, aynı uyuşmazlık konusu olan taşınır veya taşınmaz malların devrinin önlenmesi, dava sonuna kadar aynen muhafaza edilmesi veya bir tehlike yahut zararın önlenmesi amacıyla HUMK’ nun 101 vd., HMK’ nun 389 vd. maddelerinde öngörülen durumlarda başvurulan bir yol olduğu halde, ihtiyati haciz, bir alacağın tahsilini temine sağlayan bir vasıtadır. İhtiyati hacizde, ihtiyaten haczedilen mal ve haklar, alacaklının açtığı veya yaptığı veya açmayı yahut yapmayı düşündüğü dava veya icra takibinin konusu değildir. Halbuki ihtiyati tedbirde, hakkında tedbir kararı alınan şey, esasen asıl davanın konusudur.
Konuları bakımından ihtiyati haciz sadece taşınır ve taşınmaz mallarla alacak ve haklara ilişkin olabildiği halde, ihtiyati tedbirin konusu daha geniştir. Gerçekten ihtiyati hacze konu teşkil eden şeyler dışında bir şeyin yapılması veya yapılmamasına dair fiil ve hareketler ile bir şeyin teslimi veya bir paranın ödenmesi veya ödenmemesi gibi yükümlülükler de ihtiyati tedbirin konusu teşkil ederler.
Sonuçları bakımından ihtiyati haciz kararından sonra alacaklı borçlu hakkında mutlaka dava açmaya mecbur olmayıp icra takibinde de bulunabildiği halde (İİK mad. 264) ihtiyati tedbir kararı alan kimse mutlaka süresi içinde dava açmak zorundadır.
İstihkak davaları bakımından da ihtiyati haciz ile ihtiyati tedbir farklılık arzeder. İhtiyaten haczedilen şeyler hakkında açılan istihkak davalarına İİK’ nun 96 vd. hükümlerine göre İcra Mahkemelerince (İ.İ.K.Geçici 6.Madde) bakıldığı halde ihtiyati tedbir kararına konu teşkil eden şeyler hakkında istihkak iddiaları genel hükümlere göre genel görevli mahkemelerde incelenir.
İhtiyati hacizde alacaklı borçlunun malların önceden geçici olarak el konulduğundan ihtiyati haciz kesin (icrai) hacze çevrilip, takip kesinleşmeden, alacaklı ihtiyaten haczedilen malların satılmasını ve bedelinin kendisine ödenmesini isteyemez.
Alacaklının ihtiyati haciz koydurduğu mallar üzerinde bir öncelik (rüçhan) hakkı yoktur. Bu mallar, kendisinden sonra başka alacaklılar tarafından haciz ettirilebilir ve borçlu iflas ederse iflas masasına girer. (Talih Uyar İcra Hukukunda Haciz)
Geçiçi hukuki koruma yargılamasını asıl hukuki koruma yargılamasından ayıran özelliklerden biri ispat ölçüsü noktasındadır. HMK’nın ihtiyati tedbirle ilgili 390. maddesinin gerekçesinde geçici hukuki korumalarda ispat hususu üzerinde durulmuştur.“ Kanun da açıkça öngörülmemişse ya da işin niteliği gerekli kılmıyorsa, bir davada ( normal bir yargılamada yaklaşık ispat değil, tam ispat aranır. Çünkü, hakim, mevcut ispat ve delil kuralları çerçevesinde, tarafların iddia ettiği bir vakıa konusunda tam bir kanaate varmadan o vakıayı doğru kabul edemez. Örneğin, bir alacak davasında taraflardan biri bir sözleşmenin varlığına dayanıyorsa hakim bu sözleşmenin varlığı konusunda ( mevcut ispat yükü ve delil kuralları çerçevesinde) tam bir kanaate sahip olmalıdır. Yani, zayıf veya kuvvetli bir ihtimal, karar vermek için yeterli değildir. Sözleşmenin varlığı konusunda tam kanaat uyanmazsa o zaman ispat yükü kendisine düşen tarafın aleyhine bir karar verilmesi gerekir. Ancak kanun koyucu bazen ya doğrudan kendisi düzenleme yaparak ya da işin niteliği ve olayın özelliği gereği hakime, bu durumu belirterek, ispat olgusunu düşürme imkanı vermiştir. Bu düşürülmüş ispat ölçüsü çerçevesinde, tam kanaat değil, kuvvetle muhtemel, yaklaşık bir kanaat yeterli görülmektedir. Doktrinde bu yön karar verilmesi için tam ispat ölçüsü yerine yaklaşık ispat ölçüsü olarak ifade edilmektedir. Ancak, yaklaşık ispatla yetinilmiş olması, ispatın aranmayacağı ya da ispat kurallarının tamamen dışına çıkılacağı anlamına gelmez.
Bir taraf iddiasını mahkeme önüne ne kadar inandırıcı şekilde getirirse getirsin, bu sadece bir iddiadan ibarettir. İddia edilen vakıanın sabit yani doğru kabul edilebilmesi için, ispat yükü üzerine düşen tarafın bunu kanundaki delil sistemi içinde yine kanunun aradığı ispat ölçüsü çerçevesinde ispat etmesi gerekir. Tam ispatın arandığı durumlardan bu ölçü tereddütsüz ortaya konmalıdır. Yaklaşık ispat durumundan ise hakim o iddianın ağırlıklı ihtimal olarak doğru olduğunu kabul etmekle birlikte, zayıf bir ihtimal de olsa, aksinin mümkün olduğunu gözardı etmez. Bu sebepledir ki, genelde geçici hukuki korumalara, özel de ihtiyati tedbire ve ihtiyati hacze karar verilirken haksız olma ihtimalide dikkate alınarak talepte bulunandan teminat alınması öngörülmüştür. Geçici hukuki korumalarda, bazen karşı tarafın dinlenmemesi, tüm delillerin ayrıntılı bir biçimde incelenmesine yeterli zamanın olmaması gibi sebeplerle yaklaşık ispat yeterli görülmüştür. Bu çerçevede aslında ispat ölçüsü bakımından bir yenilik getirilmemekle birlikte, “ Yaklaşık ispat” kavramı kullanılarak doktrinde kabul gören ifade tasarıya alınmış, ayrıca burada hem tam ispatın aranmadığı belirtilmiş hem de basit bir iddianın yeterli olmadığı vurgulanmak istenmiştir.(HMK’nın 390. Madde Gerekçesi)
Somut olayda, davacının 24.03.2011 tarihinde çalışmakta olduğu esnada iş kazası geçirdiği ve sürekli işgöremez hale geldiği dosya içerisinde mevcut belgelerden anlaşılmaktadır.
İİK’nun 257/1 maddesinde rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcu nedeniyle ihtiyati haciz istenebileceği açıklanmış iken 2. bentte vadesi gelmemiş borçtan dolayı hangi hallerde ihtiyati haciz istenebileceği açıklanmıştır.
Somut olayda haksız bir fiile dayalı olarak bir zararın meydana geldiği açıktır. Sadece failin kim olduğu ve kusur durumu ile sürekli işgöremezlik oranı çekişmelidir. Haksız fiilden kaynaklanan tazminat davalarında tazmin yükümlülüğü olay tarihi itibariyle muaccel hale gelir. Bu durumda geçici hukuki koruma yollarından biri olan ihtiyati hacizde yakın ispat koşulu gerçekleşmiş olup başta sürekli işgöremezlik oranı olmak üzere iş kazasına ilişkin belgeler getirtilerek ihtiyati haciz mahiyetindeki tedbir talebinin incelenmesi gerekirken, yerel mahkemece, davacının isteği ile ilgili niteleme ve hukuki tavsifte yanılgıya düşülerek ihtiyati tedbir koşullarının tartışılması ve ihtiyati haciz talebinin reddedilmesi usul ve yasaya aykırı olup doğru görülmemiştir.)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava iş kazası nedeni ile ihtiyati tedbir istemine ilişkindir.
Davacı Temel Okumuş vekili 19/02/2013 harç tarihli ve ihtiyati tedbir istemli dava dilekçesinde özetle; “müvekkilinin davalı şirketlerde çalıştığı 24.03.2011 tarihinde kolunu iş makinesine kaptırdığını, yapılan tedaviler sonunda kısmen iyileştiğini, ancak sağ kolunun hareket edemez durumda kaldığını ve %54 malul duruma düştüğünü, maddi ve manevi zarara uğradığını iddia ederek fazlaya ait haklar saklı kalmak kaydı ile şimdilik 1.000.00 TL maddi ve 100.000.00 TL manevi tazminatın olay tarihinden; işletilecek avans faizi, yargılama giderleri ve avukatlık ücretiyle birlikte müştereken ve müteselsile davalılardan tahsiline, üst ve alt işveren davalıların taşınır taşınmaz malları ile üçüncü kişilerdeki ve bankalardaki hak ve alacakları üzerine ihtiyati tedbir konulmasına karar verilmesini ” talep ve dava etmiştir.
Mahkemece; davanın para alacağına ilişkin olduğu, 6100 sayılı HMK’nun 389/1. maddesine göre; ihtiyati tedbir talebinin ancak “uyuşmazlık konusu hakkında” istenip uygulanabileceği öngörülmüş ve para alacağına ilişkin uyuşmazlıklarda ihtiyati tedbir değil İİK’nun 257. maddesinde düzenlenmiş ihtiyati haciz talep edilebileceği anlaşıldığından ihtiyati tedbir talebinin koşulları bulunmadığı” gerekçesi ile “davacının ihtiyati tedbir isteminin reddine” karar verilmiş, hükmün davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine yukarıda aynen alınan daire kararı ile bozulmuştur.
Mahkemece ara karar ile eski hükümde direnilmiş, müstakil bir direnme kararı ve gerekçesi yazılmamış, direnme olarak adlandırılan ara karar davacı vekilince temyiz edilmiştir.
I-Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmelerde işin esasına geçilmeden önce, dava dilekçesindeki açık talep dikkate alındığında; istemin 6100 sayılı HMK’nun 389 ve devamı maddelerinde düzenlenen ihtiyati tedbir mi, yoksa 2004 sayılı İİK’nun 257 ve devamı maddelerinde düzenlenen ihtiyati haciz niteliğinde mi olduğu hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
Varılan sonucun anlaşılabilmesi için ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbir kavramları üzerinde durulması ve bu kavramlar hakkında kısaca bilgi verilmesi gereklidir.
Geçici hukuki koruma ile ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kavramları bir birinden ayrı kavramlardır. Geçici hukuki koruma daha genel ve üst kavram olarak kabul edilirken, ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz geçici hukuki korumanın birer türü olarak kabul edilmelidir.
İhtiyati tedbir, geçici hukuki korumaların düzenleme altına alındığı HMK 389 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş iken, ihtiyati haciz İİK 257 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. İİK 257. maddesinde düzenlenen ihtiyati haciz, alacaklının bir para alacağının zamanında ödenmesini güvence altına almak için mahkeme kararı ile borçlunun mallarına (önceden) geçici olarak el konulmasıdır.
İhtiyati haciz, HMK 406/2 maddesinde geçici hukuki koruma olarak kabul edilmiş, ihtiyati haczin şartları ve etkileri ise İİK 257. maddesinde aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.
“ Rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısı, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır ve taşınmaz mallarını ve alacaklariyle diğer haklarını ihtiyaten haczettirebilir.
Vadesi gelmemiş borçtan dolayı yalnız aşağıdaki hallerde ihtiyati haciz istenebilir:
1 – Borçlunun muayyen yerleşim yeri yoksa;
2 – Borçlu taahhütlerinden kurtulmak maksadiyle mallarını gizlemeğe, kaçırmağa veya kendisi kaçmağa hazırlanır yahut kaçar ya da bu maksatla alacaklının haklarını ihlal eden hileli işlemlerde bulunursa;
Bu suretle ihtiyati haciz konulursa borç yalnız borçlu hakkında muacceliyet kesbeder” şeklindedir.
Maddenin birinci fıkrasında vadesi gelmiş borçlar için ihtiyati haciz talep etme koşulları; ikinci fıkrada ise vadesi gelmemiş borçlar için ihtiyati haciz istenebilecek haller düzenlenmiştir.
Gerek birinci, gerekse ikinci fıkra hükümleri dikkate alındığında, ihtiyati haciz talep edebilmek için, öncelikle ortada bir para borcunun bulunması, bir diğer deyişle ihtiyati haciz talep eden kişinin talep konusu borcun alacaklısı sıfatına sahip olması gerekir.
Madenin birinci fıkrasına göre ihtiyati haciz isteyebilmek için, alacağın kural olarak vadesinin gelmiş olması gerekir. Vadesi gelmiş borçlar için ihtiyati haciz istenebilmesinin diğer bir şartı ise alacak rehin ile temin edilmemiş olmalıdır. Rehin ile temin edilmiş olan bir alacak teminata haiz olduğu için ihtiyati hacize gerek yoktur.
Fakat rehinli malın kıymetinin rehinli alacağı karşılamayacağı tahmin ediliyorsa, karşılanamayacağı (açık kalacağı) tahmin edilen bölümü için, ihtiyat haciz istenebilir. Yine alacağın rehin ile temin edilmiş olmasına rağmen, istisna olarak, ilk önce rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip yapmak zorunluluğu olmayan hallerde, alacaklı (rehinle temin edilmiş olan alacağı için) ihtiyat haciz isteyebilir (Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku El kitabı, Türkmen Kitabevi, İstanbul 2004, s. 883).
Yukarıda belirtilen şartların bulunması halinde, vadesi gelmiş bir borcun alacaklısı başka bir şart aranmaksızın ihtiyati haciz isteme hakkına sahiptir.
Vadesi gelmemiş bir borçtan dolayı ihtiyati haciz talep edilebilmesi ise; İİK.’nun 257 maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir. Söz konusu fıkraya göre, borçlunun muayyen yerleşim yeri yoksa, borçlu taahhütlerinden kurtulmak maksadıyla mallarını gizlemeğe, kaçırmağa veya kendisi kaçmağa hazırlanır yahut kaçar ya da bu maksatla alacaklının haklarını ihlal eden hileli işlemlerde bulunursa, bu hallerde ihtiyati haciz talep edilebilecektir.
İhtiyati tedbir ise; 6100 sayılı HMK 389 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Davanın açılması ile hüküm arasında geçen zaman içinde müddeabihin çeşitli şekillerde istenmeyen değişikliklere maruz kalması veya maruz bırakılması mümkündür. Bu değişiklikler sonucu davanın sonunda elde edilecek hükmün icrası, mümkün olmayabilir veya çok güçleşebilir. İşte ortaya çıkan bu tehlikeyi bertaraf etmek amacıyla ihtiyati tedbir müessesesi kabul edilmiştir.(Pekcanıtez H.; Atalay O.; Özekes M., Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları, 13. Basım, Ankara 2012, S. 873)
HMK’ nun 389. maddesinde ihtiyati tedbirin şartları düzenlenmiş olup, söz konusu maddede; meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağı ya da tamamen imkânsız hâle geleceği veya gecikmesinde sakınca bulunması yahut ciddi bir zararın ortaya çıkacağı endişesi bulunan hâller, genel bir ihtiyatî tedbir sebebi ve şartı olarak kabul edilmiştir. Mahkemece, ihtiyatî tedbir yargılamasının gerektirdiği inceleme ve ispat kuralları dikkate alınarak, yapılan incelemeden sonra, bu sakınca veya zararı ortadan kaldıracak tedbire karar verilmesi mümkün olacaktır.
İhtiyatî tedbirde asıl olan ihtiyatî tedbire esas olan bir hakkın bulunması ve bir ihtiyatî tedbir sebebinin ortaya çıkmasıdır. Bunlar ihtiyatî tedbirin temel şartlarını oluştururlar. Maddede bu iki hususa yer verilmiş ihtiyatî tedbire ilişkin hak ve özellikle ihtiyatî tedbir sebebi genel olarak belirtilmiştir. Tedbir talebinin kabulü veya reddi bir kısım genel ilkeler konularak hakime bırakılmış, ancak ihtiyati tedbirin uyuşmazlık konusu hakkında verileceğini düzenlemiştir.
İhtiyati tedbire esas olan hakkın iyi belirlenmesi gerekir. Taraflar arasında çekişmeli olan şey veya yargılama konusunu oluşturan hak, aynı zamanda tedbirin konusu hakkı da oluşturacaktır. Kanun, “uyuşmazlık konusu hakkında” diyerek bu hususa vurgu yapmıştır (m. 389/1). Ancak, özellikle dikkat edilmesi gereken husus, diğer geçici hukuki korumaların alanına giren konularda ihtiyati tedbire karar verilmemesidir. Bu sebeple, para alacakları konusunda özel ve istisnai durumlar dışında asıl geçici hukuki koruma ihtiyati hacizdir. Keza, diğer özel hükümlerde açıkça farklı bir geçici hukuki korumadan bahsedilmişse, bu durumda da o çerçevede bir karar verilmeli, ihtiyati tedbir kararı verilmemelidir (Pekcanıtez/Atalay/Özekes, a.g.e., s. 877).
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için ihtiyati haczin, ihtiyati tedbirden farkına da kısaca değinilmesi gereklidir; ihtiyati haciz yalnız para (ve teminat) alacakları hakkındaki davalarda (veya icra takiplerinde) söz konusu olduğu halde, ihtiyati tedbir kural olarak paradan başka şeyler (haklar, taşınır ve taşınmaz mallar) hakkındaki davalarda alınır. İhtiyat tedbirde çekişmeli ve bu nedenle dava konusu olan şey (mesela, taşınır veya taşınmaz bir mal) hakkında önleyici nitelikte tedbir alınır; buna karşılık ihtiyati hacizde; alacaklıya henüz kesin haciz isteme yetkisinin (m.78;37) gelmediği bir dönemde, alacaklının para alacağının zamanında ödenmesi güvence altına alınır.
İhtiyati hacizde (ihtiyaten) haczedilen mallar üzerinde (bu malların borçluya ait olduğu hakkında) bir çekişme yoktur ve bu nedenle bu mallar alacaklının açtığı veya yaptığı (veya açmayı veya yapmayı düşündüğü) bir dava veya icra takibinin konusu değildir. Oysa, ihtiyati tedbirde, üzerine ihtiyati tedbir konulan mallar, çekişmeli olup, davacının açmış olduğu veya ilerde açmayı düşündüğü bir davanın konusudur. Taşınmaz mallar üzerine ihtiyati tedbir konulması halinde, genellikle taşınmazın başkasına devrinin yasaklanmasına (ferağdan men’ine) de karar verilmektedir ve üzerine ihtiyati tedbir konulan taşınmaz başkasına satılamamaktadır/devredilememektedir.
Oysa, borçlu, üzerine ihtiyati haciz konulmuş olan taşınmazını başkasına satabilir/devredebilir (İİK m.26l, m.91). İhtiyati hacizde alacaklı ihtiyati haciz kesin hacze dönüşürse, üzerine ihtiyati haciz konulmuş olan mal icra dairesi tarafından satılır ve bedeli ile alacaklının alacağı ödenir. Oysa ihtiyati tedbirde, davacı davayı kazanırsa, üzerine ihtiyati tedbir konulmuş olan mal aynen davacıya verilir (teslim edilir). İhtiyati haciz ile ihtiyati tedbir arasındaki bu açık farka rağmen, uygulamada ihtiyati haciz yerine hatalı olarak ihtiyati tedbir kararı verildiği görülmektedir.
Bahsedilmesi gereken bir diğer husus ise hukukun uygulanmasıdır. 6100 sayılı HMK’nun 33. maddesine göre hâkim, Türk hukukunu resen uygulayacaktır. Maddedeki “Türk hukuku” terimi kanunların yanı sıra mevzuat ile örf ve adet hukukunu ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeleri de kapsamaktadır. Davacı, dava nedenini yani dayandığı olayları bildirmekle yetinir. Bu olaylara uygulanacak hukuk kurallarını bulmak ve uygulamak, başka bir söyleyişle bu olayların hukuksal niteliğini ve nedenini tayin etmek Türk yasalarını kendiliğinden (re’sen) uygulamakla yükümlü olan (HMK.33) hakime aittir.
Somut olay gelince; davacı iş kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat isteğiyle birlikte üst ve alt işveren davalıların taşınır taşınmaz malları ile üçüncü kişilerdeki ve bankalardaki hak ve alacakları üzerine ihtiyati tedbir konulmasına karar verilmesini ” talep ve dava etmiştir.
Dava konusu vakıa iş kazası olup, temelinde haksız fiil olduğu konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Borçlunun temerrüdünün düzenlendiği 6098 sayılı TBK 117. maddesine göre haksız fiillerde fiilin işlendiği tarihi itibariyle borçlunun temerrüde düşmüş olacağı düzenlenmiştir. Davacının meydana gelen iş kazasında yaralandığı ve bu yaralanma nedeni ile %54 malul duruma düştüğü ve bu maluliyet nedeni ile tazminat isteminde bulunduğu görülmektedir. Davacının amacı para alacağı olan bu tazminatını güvence altına almaktır. İhtiyati hacizin amacı sadece teminattır. Bu nedenle, bir para alacağının korunması için ihtiyati tedbir yoluna değil ihtiyati haciz yoluna başvurabileceği de yukarıda belirtilen yasal düzenleme gereğidir.
Davacı vekili her ne kadar isteminde ihtiyati tedbir istemiş ise de davacının amacının para alacağını teminat altına almak olduğuna göre, HMK 33 maddesindeki gereğince “uygulanacak hukuk normunun resen hakimce tespit edilmesi ve uygulanması hakime aittir” ilkesi gereğince talep hakkında ihtiyati haciz hükümlerinin uygulanması ve bu hükümler çerçevesinde talebin değerlendirilmesi gereklidir.
Ayrıca dava konusu tazminat istemi olduğuna göre, HMK 389 maddesi gereğince ihtiyati tedbirin sadece “uyuşmazlık konusu hakkında” verilebilmesi karşısında talebin ihtiyati tedbir olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir.
II. Talebin ihtiyati haciz olarak kabul edilmesi gerektiği kabul edildikten sonra işin esası girilmeden önce mahkemenin usulüne uygun gerekçeli karar yazmadan ara karar ile verdiği direnme kararının usule uygun olup olmadığı 2. ön sorun olarak tartışılmıştır.
Bir mahkeme kararında bulunması gereken hususlar HMK’nun 297. maddesinde sayılmıştır.
Geçici hukuki koruma niteliğinde bulunan ihtiyati tedbir kararının nasıl yazılacağı ise HMK’nun 391. maddesinde düzenlenmiştir.
Söz konusu maddeye göre ihtiyati tedbir kararında;
a) İhtiyati tedbir talep edenin, varsa kanuni temsilcisi ve vekilinin ve karşı tarafın adı, soyadı ve yerleşim yeri ile talep edenin Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası,
b) Tedbirin, açık ve somut olarak hangi sebebe ve delillere dayandığı,
c) Tereddüde yer vermeyecek şekilde, neyin üzerinde ve ne tür bir tedbire karar verildiği,
ç) Talepte bulunanın, ne tutarda ve ne türde bir teminat göstereceği, yazılmalıdır.
Bir diğer geçici hukuki koruma olan ihtiyati haciz kararının nasıl yazılması gerektiği ise İİK’nun 260. maddesinde düzenlenmiştir.
Söz konusu maddeye göre ihtiyati haciz kararında:
1. Alacaklının ve icabında mümessilinin ve borçlunun adı, soyadı ve yerleşim yeri,
2. Haczin ne gibi belgelere müsteniden ve ne miktar alacak için konulduğu,
3. Haciz konulmasının sebebi,
4. Haczolunacak şeyler,
5. Alacaklının zararın tazminiyle mükellef olduğu ve gösterilen teminatın nelerden ibaret bulunduğu yazılmalıdır.
Mahkeme kararlarının gerekçeli olması Anayasal bir zorunluluktur. Mahkeme kararının gerekçesi, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3 maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan, bazen bir mahkeme kararının, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi konularda yapılacak hukuksal değerlendirmelerin sağlıklı olabilmesi de, o kararın yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
Yine, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yapacağı inceleme ve değerlendirme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birisi direnme gerekçesi oluşturacağından, yukarıda değinilen genel anlamdaki tüm diğer nedenlerin yanında, özel olarak bu bakımdan da direnme kararının usul hukuku ilkelerinin aradığı anlamda bir gerekçe içermesi zorunludur. Başka bir ifadeyle, Özel Daire bozma ilamına hangi nedenlerle uyulmadığı, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve mahkemenin bozulan önceki kararının neden hukuka uygun olduğu hususlarının direnme kararında açıklanması, onun hukuka uygunluğunun denetlenebilmesi açısından kesin bir zorunluluktur. Nihayet, direnme kararları, yapıları gereği, Yasa’nın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu bir yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin bir iddiayı içerdiklerinden, o iddianın yasal ve mantıksal gerekçelerini de ortaya koymak zorundadır. Öte yandan, herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin direnme kararı verilmesinin, hakimin yargılama görevini savsaması olarak dahi düşünülmesi mümkündür.
Bu genel açıklamaların ışığında somut olaya bakıldığında: mahkemece verilen direnme ara kararının, gerek HMK 391, gerekse İİK 260 maddelerine uygun bir karar olmadığı HMK 297 ve Anayasa’nın 141/3 maddesi niteliğinde yasal gerekçe içermediği çok açıktır. O halde, direnme kararı salt bu nedenle bozulmalıdır.
Şu durumda Mahkemece yapılacak iş;  yargılamanın yapıldığı esas numarası üzerinden İİK 260 maddesine uygun ve infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturmaktır.
Mahkemenin, yukarıda ayrıntılarıyla açıklanan biçimde usulün öngördüğü niteliklere haiz bulunmayan ara karar ile direnmesi usul ve yasaya uygun değildir.
Direnme kararı olarak adlandırılan kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı H.U.M.K.’nun 429.maddesi gereğince usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, birinci ön sorun yönünden oyçokluğu ile ikinci görüşmede, ikinci ön sorun yönünden ise 20.12.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

 

);