Yargıtay Hukuk Genel Kurul Kararı

Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz.

Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz.

Hukuk Genel Kurulu         2012/2-387 E.  ,  2012/551 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : Ankara 5. Aile Mahkemesi
TARİHİ : 11/10/2011
NUMARASI : 2011/1023-2011/1324

Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 5. Aile Mahkemesince davanın kabulü ile davalının maddi manevi tazminat ve yoksulluk nafakası isteminin reddine dair verilen 13.07.2010 gün ve 2009/697 E., 2010/1029 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 26.05.2011 gün ve 2010/18455 E., 2011/9254 K. sayılı ilamı ile;
(…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle toplanan delillerden davalı kadının hakaretlerine karşılık, eşine şiddet uygulayan, sevmediğini ve boşanmak istediğini söyleyen davacı kocanın daha ağır kusurlu olduğunun Türk Medeni Kanununun 166/2. maddesi koşullarının oluştuğunun anlaşılmasına göre davalı kadının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Türk Medeni Kanununun 174/1. maddesi mevcut veya beklenen bir menfaati boşanma yüzünden haleldar olan kusursuz ya da daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebileceğini, 186. maddesi, eşlerin evi birlikte seçeceklerini, birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıkları ile katılacaklarını öngörmüştür. Toplanan delillerden boşanmaya sebep olan olaylarda maddi tazminat isteyen eşin diğerinden daha ziyade ve eşit kusurlu olmadığı anlaşılmaktadır. Boşanma sonucu bu eş, en azından diğerinin maddi desteğini yitirmiştir. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile kusurları ve hakkaniyet ilkesi (TMK.md.4 BK. md.42 ve 44 ) dikkate alınarak davalı kadın yararına uygun miktarda maddi tazminat verilmelidir. Bu yönün dikkate alınmaması doğru görülmemiştir.
3-Türk Medeni Kanununun 174/2 maddesi, boşanmaya sebebiyet vermiş olan olaylar yüzünden kişilik hakları saldırıya uğrayan tarafın, kusurlu olandan manevi tazminat isteyebileceğini öngörmüştür. Toplanan delillerden evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda tazminat isteyen davalı kadının ağır ya da eşit kusurlu olmadığı, bu olayların kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları (TMK. md.4 BK. md. 42,43,44,49) dikkate alınarak davalı kadın yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekir. Bu yönün dikkate alınmaması doğru görülmemiştir.
4-Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz. (TMK.m.175) Toplanan delillerle, boşanmaya sebep olan olaylarda davalı kadının daha ağır kusurlu olmadığı, her hangi bir geliri ve malvarlığının bulunmadığı, boşanma yüzünden yoksulluğa düşeceği gerçekleşmiştir. O halde, davalı kadın yararına geçimi için uygun miktarda yoksulluk nafakası takdiri gerekirken isteğin reddi doğru görülmemiştir….)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, boşanma istemine ilişkindir.
Davacı vekili, dava dilekçesinde tarafların 2005 yılında evlendiklerini ve müşterek bir çocuklarının bulunduğunu, davalının akşamları iş dönüşünde müvekkilini kendi evinde beklemek yerine sürekli baba evinde yada bir arkadaşının evinde olduğunu beyan ederek gel beni oradan al dediğini, evlilik birliğinin kendisine yüklediği vazife ve sorumluluklarını yerine getirmediğini evden ayrılmayı baba evine gitmeyi itiyat haline getirdiğini belirterek tarafların boşanmalarına, müşterek çocuğun velayetinin müvekkiline verilmesini, maddi ve manevi tazminat haklarının saklı tutulmasına karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili, taraflar arasında evlilik birliğinin devamını imkansız kılar bir sorun bulunmadığını, davacının davasının reddine karar verilmesi gerektiğini, müşterek çocukları dünyaya geldikten sonra davacı kocanın eşine karşı ilgisinin yitirdiğini, davalıyı anlaşmalı boşanmaya razı etmek için gerek fiziksel gerekse psikolojik cebirden kaçınmadığını, en son davacı kocanın 28.04.2009 günü davalıya benzer taleplerle baskı yaptığını, davalının “ben seni seviyorum ayrılmakta istemiyorum…” demesi üzerine davacının, davalının omzuna yumruk atıp tokatladığını ve “ya gönüllü ya gönülsüz bu evi terk edeceksin ve benden ayrılacaksın. Dediğimi yapmazsan başına işler açarım, bela olursun sen bile ne olduğunu anlayamazsın…” dediğini, tarafların boşanmalarına karar verilmesi halinde 50.000,00 TL maddi, 30.000,00 TL manevi tazminata, müşterek çocuğun velayetinin müvekkili anneye verilmesini, müvekkili ve müşterek çocuk için nafakaya karar verilmesini talep etmiştir
Yerel mahkemece, her ne kadar 8.Aile Mahkemesi’nce 4320 sayılı koruma kararı verilmiş ise de talep dilekçesinde O… K..’un eşine tokat attığından bahsedildiği ancak buna ilişkin her hangi bir belge rapor benzeri bir delilin dosyada bulunmadığı, mahkemece 4320 sayılı yasanın amacı doğrultusunda koruma kararı verildiğini, dinlenen tanıklardan hiçbirisi davacının şiddet gördüğüne ilişkin bir beyanda bulunmadığını, davalı tanığı T.. T.., Şubat ayı sonunda ablasına gittiğini, omzundaki kızarıklığın eşinin vurması nedeniyle olduğunu söylediğini belirtmiş olması nedeni ile 8.Aile Mahkemesi’nin kararı kesinleşmesine rağmen mahkememizce şiddete ilişkin bir delil olarak değerlendirilmediğini, tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; tarafların 2005 yılında evlendikleri, 2008 doğumlu bir çocuklarının bulunduğu, davacı tanıkları M.., O.. ve H..’ın beyanlarına göre davalının davacıya salak, geri zekalı, aptal vb sözler ile aşağıladığı, davalı tanıklarının beyanlarından ise; tarafların birbirlerine iyi davrandıkları belirtilmiş ise de boşanmaya neden olan olaylarda davalının tam ve ağır kusurlu olduğu anlaşıldığından tarafların boşanmalarına müşterek çocuğun velayetinin davalı anneye verilmesine, müşterek çocuk yararına iştirak nafakası takdirine, davacı kadının yoksulluk nafakası ile maddi ve manevi tazminat istemlerinin reddine hükmedilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine verilen karar Özel Dairece yukarıda belirtilen nedenlerle bozulmuş, yerel mahkemece, davacının davalıya şiddet uğradığına ilişkin dosyada somut bir delil bulunmadığı, hernekadar davalı yararına 4320 sayılı yasa uyarınca koruma kararı verilmiş ise de; davalının kardeşi T..’ya eşine sarılmak istediğini onun istemediğini, karşı çıktığını ve omzuna vurduğunu belirten ifadesi karşısında bu davranışı eşe karşı şiddet olarak yorumlanamayacağı, bu beyan dışında dosyada şiddete ilişkin, bir bilgi ve belge bulunmadığı, .her ortamda davacıya “salaksın, gerizekalısın, aptalsın” şeklinde hitap eden kadına sevmediğini söylemesi, davacının kusurlu kabul edilmesini gerektirmediği, davalının her kesin içerisinde davacı eşine küçük düşürmesi ve hakaret etmesi sonucunda davacı eşine sarılmayıp iteklediğini, bunu şiddet olarak algılamanın olayların akışına uygun düşmediğini, bu nedenle davalı boşanmaya neden olan olaylarda davalıya nazaran ağır kusurlu olduğu kabul edilerek davalı yararına maddi ve manevi tazminata ile nafakaya hükmedilmemesi gerekçesi ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmektedir.
Karar, bozma ve direnmenin kapsamına göre yerel mahkeme kararının tarafların boşanmasına, müşterek çocuğun velayetinin davacı anneye verilmesine ve iştirak ve tedbir nafakası tayin ve takdirine ilişkin kısımları kesinleşmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, boşanmaya neden olan olaylarda davalı kadının kusurunun ağır olup olmadığı, buna göre davalı kadın yararına yoksulluk nafakası ile maddi ve manevi tazminata hükmedilip hükmedilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu uyarınca maddi ve manevi tazminat talepleri boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biridir.
Anılan Kanunun 174.maddesinin 1.fıkrası uyarınca, mevcut veya beklenen bir menfaati boşanma yüzünden haleldar olan kusursuz ya da daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebileceği belirtilmiş; 2.fıkrasında ise boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan tarafın kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun bir para isteyebileceği öngörülmüştür.
Maddenin anlatımından görüldüğü üzere maddi tazminat istenebilmesi, tazminat isteyenin kusursuz veya daha az kusurlu olması, tazminat istenenin kusurlu olması yanında bir zararın ile nedensellik bağı ve hukuka aykırılık unsurlarının gerçekleşmesine bağlıdır. Buna göre, mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenmiş olan eş kusursuz veya az kusurlu ise maddi tazminata hükmedilebilir.
Öte yandan, manevi tazminat, bozulan manevi dengenin yerine gelmesi için kabul edilmiş bir telafi şeklidir, boşanmaya sebep olan olayların kişilik haklarına saldırı teşkil etmesi halinde manevi tazminata hükmedilir.
Yukarıda belirtilen maddi tazminat talebinde bulunabilme şartları gibi, manevi tazminat talebinin kabul edilebilmesi yönünden de tazminat isteyenin kusursuz veya daha az kusurlu olması, zarar oluşması, nedensellik bağı ve hukuka aykırılık unsurlarının bulunması gerekmektedir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK.)’nun 175. maddesinde, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek tarafın kusuru daha ağır olmamak koşuluyla, geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebileceği, nafaka yükümlüsünün kusurunun aranmayacağı açıklanmıştır.
Maddede geçen “yoksulluğa düşecek” kavramından ne anlaşılması gerektiği konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus yargısal uygulamada kurallara bağlanmıştır.
Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 07.10.1998 gün ve 1998/2-656-688; 28.02.2007 gün ve 2007/3-84-95; 16.05.2007 gün ve 2007/2-275-275; 11.03.2009 gün ve 2009/2-73-118 sayılı kararlarında; “yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim” gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların “yoksul” kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; tarafların 2005 yılında evlendikleri, bu evliliklerinden 2008 doğumlu müşterek çocukları bulunduğu, yerel mahkemece 4721 sayılı Kanunun 166.maddesi uyarınca verilen “tarafların boşanmalarına, müşterek çocukların velayetinin davacı anneye verilmesine, iştirak nafakası ve tedbir nafakası verilmesine” dair kararın kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere Bilindiği üzere, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 254. maddesi ile 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 255 uyarınca aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır. Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz. Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 13.04.2011 gün ve E:2010/2-751, K:2011/96 sayılı ilamında da benimsenmiştir.
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ:Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 12.09.2012 gününde yapılan ilk görüşmede, oybirliğiyle karar verildi.

);