Av. Ünal Göktürk

Bakırköy Hukuk Bürosu

Hata, hile ve yanılmaya dayalı olarak açılan tapu iptal ve tescil davasındaki iddialar her türlü delil ile ispat edilebilir.

Hukuk Genel Kurulu         2018/889 E.  ,  2018/1939 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi


Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ayvalık Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 29.04.2010 tarihli ve 2009/182 E., 2010/236 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 30.10.2010 tarihli ve 2010/7711 E., 2010/12574 K. sayılı kararı ile:
“… Dava, hata ve hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; davacının çekişme konusu 84 parsel sayılı taşınmazı 27.04.2006 tarihli akitle bağış suretiyle davalıya temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Davacı, davalı …’nun bakıcı olarak yanında bulunduğunu, maliki olduğu 1160 ada 74 parsel sayılı taşınmazın tasarrufu bakımından kira sözleşmesi yapılacakken hata ve hileye düşürülmek suretiyle, tapuya götürüldüğünü ve dava konusu 1160 ada 84 parselin bağış suretiyle temlikinin sağlandığını ileri sürerek, eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere; sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamayacağı kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki, Borçlar Kanununda esaslı hatanın tanımı yapılmamış, 24. maddede sınırlayıcı olmamak üzere örnekler gösterilmiştir. Kısaca iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmeyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın esaslı kabul edilebilmesi için, uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi,girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf yönünden (Subjektif unsur), hem de iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının isbatlanması zorunludur.
Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Yeter ki hatanın ileri sürülmesi B.K. nun 25. ve M.K. nun 2. maddesinde hükme bağlanan dürüstlük kuralına aykırı olmasın. Hemen belirtmek gerekirki, sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir. Ne var ki, …nun 26. maddesinde öngörüldüğü gibi hatayı bilmeyen veya bilecek durumda bulunmayan ve kusursuz olan karşı tarafın menfi, gerektiğinde müsbet zararının ödenmesi gerekir.
Öte yandan, iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hatanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklaması ile bildirilebileceği gibi def’i veya dava yoluyla da kullanılabilir. Ayrıca hatanın varlığı her türlü delille isbat edilebilir.
Diğer taraftan; hile, genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya,özellikle sözleşme yapmaya sevketmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma hilede yanıltma söz konusudur. B.K’nun 28/l maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable Şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Öte yandan, hile her türlü delille isbat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir.Hilenin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.
Somut olaya gelince; mahkemece, Borçlar Yasasının 31. maddesinde öngörülen 1 yıllık hak düşürücü sürenin her iki hukuksal sebep bakımından da akdin yapılış tarihinden itibaren başladığı, dava tarihine göre hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu, öte yandan, taşınmazın temlikine esas alınan akdin resmi belge olduğu ve resmi belgenin aksinin aynı derecede yine bir belge ile kanıtlanması gerekeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Oysa, yukarıda değinilen ilkeler gözetildiğinde, hata ve hile hukuksal nedenine dayalı iddialar bakımından, Borçlar Kanununun 31. maddesinde öngörülen hak düşürücü sürenin başlangıç tarihinin akdin yapıldığı tarih olmayıp hata ve hileye düşürülmeye ıttıla kesbedildiği tarih olduğu açıktır.
Ayrıca, hata ve hile olgusunun Türk Medeni Kanununun 7. maddesi gereğince her türlü delille ispatlanabileceği, yukarıda değinilen ilkelerde de kabul edildiği üzere sabittir.
Buna göre, mahkeme hükmüne esas alınan gerekçenin yasal ve doğru olduğu söylenemez.
Hal böyle olunca; toplanan ve toplanacak delillerin yukarıda değinilen ilkeler de gözetilmek suretiyle değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, hata ve hile hukuksal nedenlerine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı vekili, oldukça ileri yaşta olan davacıya bakabilecek bir yakını olmadığından uzun yıllar yalnız yaşadığını, davalı ile tanıştıktan sonra ise günlük işlerini yevmiye ile ona yaptırmaya başladığını, davalıya ve ailesine maddi yardımlarda bulunduğunu, vefat eden eşinden dolayı aldığı maaşını onlar için harcadığını, davacının 2008 yılı Kurban Bayramını geçirmek için bir akrabasına gittiğini, döndüğünde ise davalıya ulaşamadığını, etraftan davalının arazi sahibi olduğunu duyması üzerine akrabaları vasıtasıyla durumu araştırdığını ve kendisine ait 84 parselin 2006 yılında davalıya bağış suretiyle devredildiğini öğrendiğini, oysa ki davalıya diğer bir taşınmazı olan 74 parseli kiralamak için tapuya gittiğini, yaşlı olup zaman zaman da antidepresan ilaçlar kullanan davacının hile ve desise ile hataya düşürülerek hemen bitişiğinde bulunan 84 parselin bağışlama işleminin gerçekleştirildiğini, üzerinde bağ evi de bulunan ve çok değerli olan taşınmazın hileyle müvekkilinin elinden alındığını, durumun Ayvalık Belediyesi Emlak Müdürlüğünün 06.03.2009 tarihli yazısı ile ortaya çıktığını, hak düşürücü sürenin de hata ve hileyi öğrenme tarihinden itibaren başlayacağını ileri sürerek, tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuştur.
Davalı vekili, davanın hak düşürücü süreden sonra açıldığını, davacının resmî senedin içeriğini okuduğunu ve hibe yaptığını imzası ile teyit ettiğini, hile iddiasının resmî senedin içeriğine göre isabetsiz olduğunu, müvekkilinin 74 parseli kiralaması için de tapuya gidilmesine ve belge düzenlenmesine gerek bulunmadığını, müvekkilinin yıllarca davacıya baktığını ve onun her türlü ihtiyacı ile ilgilendiğini, davacının da bunun karşılığı olarak dava konusu yeri müvekkiline hibe ettiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, davacının uzun yıllar davalı tarafından bakıldığı, kimi tanıkların beyanına göre bakım işinin ücret karşılığı, kimine göre de ücretsiz yapıldığı, davacının da duyduğu minnetin karşılığı olarak çekişme konusu taşınmazı davalıya bağışladığı, davacının dört parça taşınmazı olduğu hâlde sadece birini devrettiği, tapuya davacıya ait başka bir taşınmazın kiralanması için gidildiği iddia edilmiş ise de; kira kontratı için tapuya gitmeye gerek olmadığı, hatta yazılı sözleşme yapılmasının dahi gerekmediği, taşınmazın devri sırasında düzenlenen satış senedinin de resmî bir senet olup aksinin aynı nitelikteki bir delille ispatı gerektiği, ancak buna ilişkin bir delilin sunulmadığı gibi o tarihte tapu memuru olan tanık İsmail Hakkı’nın davacının hangi parseli davalıya bağışladığının farkında olduğunu beyan etmesi karşısında davanın kanıtlanamadığı, ayrıca BK’nın 31. maddesine göre davanın akdin yapıldığı tarihten itibaren bir yıl içerisinde açılması gerekirken bu süre içerisinde açılmadığı ve hak düşürücü sürenin dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda karar başlığında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece, bağışın karşılıksız bir kazandırma olduğu, bu nedenle davalının yaptığı bakımla eş değerde olmasının gerekmediği, davacı hata ve hileye dayanmış ise de 2007 yılında taşınmazın davalıya geçtiği kendisine söylenmesine rağmen bir yıllık süre içerisinde dava açmadığı, davacıya bakmayan akrabasının bir anda ortaya çıkıp davalı ile görüşmesine engel olduktan sonra dava açtığı, bu durumun hayatın olağan akışına aykırı olduğu, ayrıca resmî senedin taraflar huzurunda okunduğu gibi taraflarca da alınıp okunabileceği, böyle olunca davacının hata ve hileyi sonradan öğrendiği beyanının inandırıcı bulunmadığı, bozma gerekçeleri kabul edildiği takdirde bağışta bulunan kişilerin hiç bir somut delile dayanmadan önce bağışladığı bir malı sonra hata yaptım, hile var diye geri alabileceği, bu durumun da hukuka olan güveni zedeleyeceği gerekçesiyle önceki kararda direnilmiş, direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca, gerekçeli direnme kararında usulüne uygun bir hüküm fıkrası oluşturulmadığı gerekçesiyle diğer temyiz itirazları incelenmeksizin karar usulden bozulmuştur.
Mahkemece Hukuk Genel Kurulunun bozma ilamına uyulmuş ise de usulüne uygun direnme hükmü kurulması yerine davanın esası incelenerek bu defa davalı …’nun davacıya baktığı, davacının da eşinden dolayı aldığı maaşını davalı ve kızı için harcadığı, bu şartlar altında dava konusu yeri bağışlamasını gerektirir hiçbir makul nedenin bulunmadığı, tam tersine davacının tapuya kira için gittiğini iddia ettiği ve bu iddiasını tanık beyanlarıyla kanıtladığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar davalı mirasçıları tarafından temyiz edilmiş, Özel Dairece; mahkemenin direnme kararı ile davadan elini çektiği, direnme kararından dönülerek uyma kararı verilmesinin mümkün olmadığı, Hukuk Genel Kurulu kararına karşı mahkemece yapılacak işin, kararda açıklandığı şekilde usulüne uygun bir direnme kararı yazmaktan ibaret olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemece bozma kararına uyularak davanın reddine karar verilmiş ise de verilen bu karar da Özel Dairece; gerekçe ile hüküm arasında çelişki bulunduğu gerekçesiyle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, son bozma kararına uyularak ilk hükümdeki gerekçelerle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davacı mirasçıları tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; hata ve hile hukuksal sebebine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davasında, yasada öngörülen bir yıllık sürenin resmî akdin yapıldığı tarihten itibaren mi yoksa hata ve hilenin öğrenildiği tarihten itibaren mi başlayacağı, ayrıca resmî akdin varlığı karşısında somut olayda ileri sürülen hata ve hile olgusunun her türlü delille kanıtlanmasının mümkün olup olmadığı, varılacak sonuca göre hak düşürücü süre bakımından mahkemece yapılan inceleme ve değerlendirmenin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır.
Sözleşme; hukuki bir sonuç doğurmak üzere, iki veya daha ziyade kişinin karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları ile uyuşmasını ifade eder (Kocayusufpaşaoğlu, N.: Borçlar Hukukuna Giriş, 7. b., İstanbul 2017, s. 95).
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanununda olduğu gibi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda da (TBK) sözleşme; borç ilişkisinin kaynakları arasında sayılmış ve sözleşmenin tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulacağı (TBK. m.1) hüküm altına alınmıştır.
İrade beyanı, irade ve beyan unsurlarından oluşur. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. b.,Ankara 2017, s. 392).
Belirtmek gerekir ki; bir hukuki işlemin geçerli ve amacına uygun hukuki sonuçlar doğurabilmesi için o hukuki işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukuki sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir. İrade bozukluğu kavramının iki farklı yönü bulunmakta olup, bunlardan ilki iradenin henüz oluşum evresindeki sakatlık, diğeri ise iradenin açığa vurulması (beyanı-bildirimi) evresinde meydana gelen sakatlıktır.
İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı BK’nda “Rızadaki fesat” başlığı altında “Hata”, “Hile” ve “İkrah” olarak 23 ila 31. maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK’nın 30 ila 39. maddeleri arasında bu defa “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir.
Görüleceği üzere Türk Borçlar Hukuku sisteminde iradeyi bozan sebepler üç durum olarak hüküm altına alınmış olup, yanılma (hata), aldatma (hile) ve korkutma (ikrah) gerçekleşme biçimleri bakımından birbirinden farklıdırlar.
Bilindiği üzere yanılma (hata); irade ile beyan arasında istemeyerek meydana gelen bir uyumsuzluk halidir. Aldatma (hile) ise genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hatada yanılma, hilede ise kasıtlı olarak yanıltma söz konusudur.
Türk hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise bir kesin hükümsüzlük ( butlan) hâli değildir. Mülga BK’nın 23 ve devamı maddelerinde “…ilzam olunamaz.” (BK.23), “…o akit ile ilzam olunmaz.” (BK.28), “…kendi hakkında lüzum ifade etmez” (BK.29/I), TBK’nda ise “… bağlı olmaz.” (TBK. m.30), “…sözleşmeyle bağlı değildir.” (TBK. m.36 ve 37/1) ibareleri kullanılmak suretiyle irade bozukluğuyla yapılan sözleşmelerin, iradesi hata, hile veya ikrahla sakatlanan kimseyi bağlamayacağı öngörülerek, bu kişiye belli bir süre içerisinde kullanabileceği iptal hakkı tanımıştır.
Kanun, esaslı olmayan hataların sözleşmenin iptaline yol açmasını ise kabul etmemiştir. Sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, sözleşme ile bağlı olmaz ( TBK. m.30, BK. m.23). Ancak taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu sözleşme yapmışsa, yanılma esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir (TBK. m. 36/1, BK. m. 28/1).
Az yukarıda değinildiği gibi iradesi sakatlanan tarafın sözleşmeyi iptal hakkını kullanması, diğer bir anlatımla sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmesi TBK’nın 39. maddesinde (818 sayılı BK’nın 31. maddesinde) belli bir süreye bağlanmıştır. Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır (TBK. m. 39/1).
Buradaki süre Hukuk Genel Kurulunun 01.06.2011 tarihli ve 2011/14-281 E., 2011/373 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere hak düşürücü süre niteliğinde olup, hak düşürücü sürenin de Kanunun açık hükmü uyarınca hata ve hilenin/yanılma ve aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren başlayacağı kuşkusuzdur. İradesi sakatlanan tarafın hata veya hileyi öğrendiği andan itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşmeyle bağlı olmadığını bildirmesi veya verdiği şeyi geri istemesi zorunludur.
Öte yandan 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Resmî belgelerle ispat” kenar başlıklı 7. maddesi ” Resmi sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, herhangi bir şekle bağlı değildir.” hükmünü içermekte olduğundan, sözleşme resmî senetle yapılmış olsa dahi hata ve hile olgusu her türlü delille ispatlanabilir.
Somut olayda da yanılma (hata) ve aldatma (hile) hukuksal nedenlerine dayalı olarak 27.04.2006 tarihinde bağış suretiyle yapılan temlikin iptali istenilmiş olup, eldeki dava 03.09.2009 tarihinde açılmış ve dayanılan irade bozukluğu hâllerinin 06.03.2009 tarihinde öğrenildiği ileri sürülmüştür.
Mahkemece davacının bu iddiası ile dayandığı delillerin yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler çerçevesinde değerlendirilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, hak düşürücü sürenin sözleşmenin yapıldığı tarihten itibaren başlayacağı ve resmî senedin aksinin de yine aynı derecede bir belge ile kanıtlanması gerektiği yönündeki gerekçeyle karar verilmiş olması isabetli değildir.
O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici 3. Maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 13.12.2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

);