Yargıtay Kararı

Geçerli bir evlilik ilişkisi bulunmadan birlikte yaşayan kişi sigortalının hak sahibi olarak kabul edilmez.

Geçerli bir evlilik ilişkisi bulunmadan birlikte yaşayan kişi sigortalının hak sahibi olarak kabul edilmez.

10. Hukuk Dairesi 2008/18155 E., 2010/2758 K.

 

  • HAK SAHİBİ
  • ÖLÜM AYLIĞI
  • 506 S. SOSYAL SİGORTALAR KANUNU(MÜLGA) [ Madde 66 ]
  • 506 S. SOSYAL SİGORTALAR KANUNU(MÜLGA) [ Madde 93 ]

 

“İçtihat Metni”

Dava, ölüm aylığı tahsisi istemine ilişkindir.

Mahkemece, istemin kabulü ile 506 sayılı Kanun’un 66/c maddesi uyarınca 18.10.2006 tarihini takip eden ödeme dönemi başından itibaren geçerli olmak üzere ölüm aylığı bağlanması gerektiğinin tespitine karar verilmiştir.

Hükmün davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Davacı vekili, müvekkili Gülşane’nin, aralarında resmi evlilik olmaksızın birlikte yaşadığı sigortalı Tahsin’in vefatı nedeniyle ölüm aylığına hak ka-zandığının tespitini dava ve talep etmektedir.

Mahkemece; toplumumuzda yasa dışı nitelendirilen gayri resmi evliliklerin bulunduğunun sosyal bir gerçek olduğu, evlilik bağı kurulmasa bile karı-koca diye birleşen, bu amaç ve duygu ile yaşamlarını sürdüren kadınlar için bakım yükümlülüğünü yerine getiren erkeğin destek sayılması gerektiğinin doktrin ve Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamaları ile kabul edilmiş bir olgu olduğu, resmi evlilik bağı kurulmasa dahi fiili evlilik birliğinde olan davacının sigortalı ile birlikte yaşama olgusunun sabit bulunduğu gerekçesiyle “davacının, sigortalı Tahsin’in resmi nikahlı eşi imiş gibi hak sahibi sayılarak” 506 sayılı Kanun’un geçici 93. maddesi de dikkate alınmak suretiyle, davacıya ölüm aylığı bağlanmasına karar verilmiştir.

Davacı ile kendisinden ölüm aylığı bağlanması istenen sigortalı Tahsin arasında evlilik akdi ilişkisinin bulunmadığı, Tahsin’in bir başka kadın ile evli iken vefat ettiği ve toplam 981 prim gün sayısına sahip olduğu yönü çekişme konusu değildir.

Uyuşmazlık, evlilik akdi bağı bulunmaksızın SSK sigortalısı ile birlikte yaşayan kadına, sigortalı desteğin ölümü nedeniyle 506 sayılı Kanun’un 65 ve devamı maddeleri uyarınca ölüm aylığı bağlanıp bağlanmayacağı, bir diğer ifadeyle, anılan maddelerde yer verilen “ölen sigortalının eşi”, “dul eşi”, “ölen sigortalının hak sahibi” kavramlarından evlilik dışı fiili birlikteliklerin de amaçlanıp amaçlanmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümünde, iç hukuk hükümleri ile bunların yanında, Anayasalın 90/5* maddesi hükmü olan, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda mil-letlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” düzenlemesi gereğince, iç hukukun ayrıcalıklı bir parçası olması ve iç hukukta doğrudan/kendiliğinden uygulanma güç ve yeteneğine sahip bulunması nedenleriyle Avrupa İnsan Hakları (ve Temel Özgürlüklerin Korunması Hakkında) Sözleşme (AİHS) ile güvence altına alınan bir kısım hak ve özgürlüklerin irdelenmesinde yarar bulunmaktadır.

Anayasalın “Ailenin korunması” başlıklı 41. maddesi uyarınca, “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.”; 506 sayılı Kanun’un 2/son maddesi ile, “Bu kanunda belirtilen Sosyal Sigorta yardımlarından sigortalılar ile bunların eş ve çocukları ve sigortalıların ölümlerinde bu kanuna göre hak sahibi olan kimseleri yararlanırlar.”; aynı Yasa’nın geçici 14. maddesi hükmünde ise, “Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girmesi … evlenen …” ifadeleri yer almakta olup, bu hükümler ve içerdiği anlam hep birlikte ele alındığında 506 sayılı Kanun’un 65. maddesinde ölüm sigortasında yararlanacak kişiler arasında belirtilen “hak sahibi/eş” kavramından Türk Medeni Kanunu uyarınca yapılan resmi evlilikler sonucu kazanılan yasal konumun amaçlanmış olduğu her türlü kuşkudan uzaktır.

Gerekçede yer verilen “bakım yükümlülüğünü yerine getiren erkeğin destek sayılması”, Borçlar Kanunu’nun 45. maddesi kapsamında destekten yoksun kalma tazminatı için geçerli bir ifade olup, evlilik dışı fiili birlikteliklerde sigortalı “desteğin” vefatı ile desteğini yitiren kişinin, 506 sayılı Kanun’da ölüm sigortasından yararlanabilecek hak sahipleri arasında yer verilen “eş” tanımı kapsamında olduğunun kabulüne yasal olanak bulunmamaktadır.

Aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuş-mazlıklarda “milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınması” yönündeki Anayasa’nın 90/5. maddesi düzenlemesi karşısında, Sözleşme (AİHS) hü-kümlerine bakıldığında;

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 8. maddesi ile aile hayatının korunması teminat altına alınırken, evlenme hakkını düzenleyen 12. maddesi ile de evlenme çağına gelen erkek ve kadının bu hakkın kullanılmasını düzenleyen ulusal yasalar uyarınca evlenmek ve aile kurmak hakkına sahip olduğu vurgusu yapılmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 20.01.2009 günlü (Ş… Y…/Türkiye Davası *Başvuru No:3976/05) kararında; “AİHM, Avrupa Konseyi’ne üye bazı ülkelerde geleneksel resmi nikah dışında istikrarlı bir müşterek yaşam sürdüren nikahsız çiftler veya medeni ortaklıkların makul karşılandığı, hatta kabul gördüğü bir sosyal eğilimin yasama organı tarafından da desteklendiğini tespit etmektedir. Bununla birlikte AİHM, Türk Hukuku’nda aynı veya ayrı cinsiyetten iki kişinin resmi nikah dışında medeni ortaklık oluşturarak resmi nikahlı bir çiftle aynı veya benzer haklara sahip olmalarını sağlayacak hukuki bir düzenleme bulunmadığını anımsatmaktadır. AİHM, Sözleşmeci Devletlere tanınan takdir hakkı nedeniyle bu alanda yasal düzenlemeler yapılmasını talep edemez. Halihazırda, yürürlükteki ulusal kanunlara göre bir imam tarafından kıyılan imam nikahı üçüncü şahıslar ve devlet nezdinde herhangi bir yü-kümlülük oluşturamaz. Başvuranın ileri sürdüğü savlardan bağımsız olarak, buradaki esas belirleyici unsur, uzun süreli ve sağlam bir ilişkinin varlığı değil, tüm hak ve yükümlülüklerin akdi olarak belirtildiği resmi bir taahhüdün var olup olmadığıdır. Bağlayıcı bir yasal anlaşmanın yokluğunda, Türk yasama organının sadece resmi nikahı koruma altına alması mantıksız sayılamaz. Bu bağlamda AİHM, daha önceki kararlarında da evlilik kurumunun evli çiftlere özel bir statü tanıdığının genel kabul gördüğüne hükmettiğini anımsatmaktadır (Birleşik Krallık aleyhine Burden davası [GC], no 13378/05, prg. 65, 29 Nisan 2008 ve Birleşik Krallık aleyhine Joanna Shackell davası (karar), no 45851/99, 27 Nisan 2000). Ayrıca, AİHS’nin 8. maddesi, nikahsız çiftler kategorisi için özel bir sistem kurma zorunluluğu getiriyor şeklinde yorumlanamaz (Johnston ve diğerleri davası, söz konusu bölüm, prg. 68). Mevcut davadaki özel koşullar çerçevesinde AİHM, ölüm yardımları konusunda resmi nikahlı çiftler ile evli olmayan çiftler arasında gözlemlenen farklı uygulamaların meşru bir amacı gözettiğini, geleneksel resmi nikahla kurulan ailelerin korunması gibi haklı ve makul bir dayanağının olduğunu dikkate almakta (İspanya aleyhine Antonio Mata Estevez davası (karar), no 56501/00, 10 Mayıs 2001) olduğu” vurgusu yapılarak; AİHS’nin 8. maddesinin ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

Yukarıda açıklanan tüm bu maddi ve yasal olgular dikkate alındığında, Türk Medeni Kanunu uyarınca aralarında geçerli bir evlilik ilişkisi bulunmayan davacının, birlikte yaşadığı sigortalının hak sahibi olarak kabulü isabetsiz olup, anılan gerekçeler ile davanın reddi yerine, kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, davalı Kurum avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), 01.03.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.

 

);