Av. Ünal Göktürk

Bakırköy Hukuk Bürosu

Tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur.

1. Hukuk Dairesi         2020/2817 E.  ,  2020/6626 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ:ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece asıl davanın kabulüne, birleştirilen davanın reddine ilişkin olarak verilen karar birleştirilen davada davacılar vekili ile asıl davada davalılar … ve … vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Asıl dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve mirasçılar adına tescil, birleştirilen dava ise muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptali ve tescil isteklerine ilişkindir. Asıl davada davacılar, mirasbırakan babaları …’un 319 ada 4 parsel,5 parsel, 231 ada 4 parsel sayılı taşınmazlarını davalı kızı Ummahan’a, mirasbırakan anneleri …’nın 12,1 ve 20 parsel sayılı taşınmazlarını davalı oğlu …’e devrettiğini,temliklerin davalıların hilesi ile yapıldığını, aynı zamanda mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu, mirasbırakan …’nın temlik tarihinde fiil ehliyetini haiz olmadığını ileri sürerek, tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında tüm mirasçılar adına tesciline karar verilmesini istemişlerdir. Birleştirilen davada davacılar, aynı iddiaları tekrarlayıp, …’in temlik aldığı 20 parsel sayılı taşınmazı eniştesi olan davalı …’e satış suretiyle devrettiğini, temlikin muvazaalı olduğunu ileri sürerek payları oranında iptal ve tescile karar verilmesini istemişlerdir.
Asıl davada davalılar … ve …, taşınmazları bedeli karşılığı satın aldıklarını , …’ın mirasbırakana ev yapımı sırasında maddi destek olduğunu ve borçlarını ödediğini, mirasbırakanın böbrek rahatsızlığı olup tüm tedavi giderlerinin kendileri tarafından karşılandığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Birleştirilen davada davalı …, taşınmazı davalı …’ten 50.000 TL bedelle satın aldığını, satış bedeli karşılığı olarak traktörünü …’e verdiğini, ayrıca …’in bir kısım borçlarını da ödediğini, iyi niyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece temliklerin muvazaalı olduğu gerekçesiyle asıl davanın kabulüne, davalı …’un kötü niyetli olduğunun ispat edilemediği gerekçesiyle birleştirilen davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1932 doğumlu mirasbırakan …’in 22.10.2011 tarihinde, 1929 doğumlu mirasbırakan …’in ise 13.11.2011 ölümü ile geride mirasçıları olarak davacı çocukları …, …, …, … ve … ile davalı çocukları … ve … , dava dışı çocukları … ve …’nin kaldığı, mirasbırakan …’in 289 ada 12,186 ada 1 ve 217 ada 20 parsel sayılı taşınmazlarını 20.09.2005 tarihinde davalı oğlu … ‘e, mirasbırakan …’in 319 ada 4 , 319 ada 5 ve 231 ada 4 parsel sayılı taşınmazlarını 7.10.2005 tarihinde davalı kızı …’a satış suretiyle temlik ettiği, …’in de temlik aldığı 20 parsel sayılı taşınmazı 9.12.2013 tarihinde davalı …’e satış yoluyla devrettiği, …’un tarafların kardeşi …’nin eşi olduğu anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere; muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yapılan temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesinde de, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir. Öte yandan; bedeli mirasbırakan tarafından ödenerek “gizli bağış” şeklinde gerçekleştirilen işlemler hakkında 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama yeri bulunmadığı, koşullarının oluşması halinde tenkis yönünden değerlendirme yapılabileceği yargısal uygulama ile kararlılık kazanmıştır.Hemen belirtilmelidir ki;dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu saptanarak asıl davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik yoktur. Asıl davada davalılar vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, usul ve yasaya uygun olan hükmün bu yönüyle ONANMASINA,
Birleştirilen davada davacıların temyiz itirazlarına gelince; Çekişme konusu 217 ada 20 parsel sayılı taşınmaz mirasbırakan … tarafından önce davalı oğlu …’e devredilmiş, taşınmaz … tarafından da asıl dava tarihinden önce 9.12.2013 tarihinde kızkardeşi …’nin eşi olan davalı …’a satış suretiyle temlik edilmiştir. Mirasbırakan tarafından ilk yapılan bu temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu asıl davada belirlendiğine göre, çözümlenmesi gereken husus …’ten temlik alan davalı …’un Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanıp yararlanmayacağıdır.
Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK’nin 1023. maddesinde aynen “tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre “Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde öngörülmüştür.Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.
Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Nitekim bu görüşten hareketle, “kötü niyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtdihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Somut olaya gelince; taşınmazı temellük eden ilk el konumundaki asıl davada davalı …’in ikinci el konumundaki son kayıt maliki davalı …’ün kaynı olduğu ve davalı …’ün muvazaalı temlik olgusunu bilen veya bilebilecek konumda olduğu sabittir. Bu durumda temlikin de iyiniyetli olmadığı, başka bir ifade ile TMK’nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı kuşkusuzdur. Hâl böyle olunca, birleştirilen dava yönünden de davanın kabul edilerek davacıların miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile reddedilmesi isabetsizdir. Birleştirilen davada davacılar vekilinin açıklanan nedenlerle yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi yollamasıyla) 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz eden birleştirilen davada davacılara geri verilmesine, aşağıda yazılı 6.189.47 TL. bakiye onama harcının davalılar … ve …’den alınmasına, 10.12.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.Başkan

);